Milletlerin sanatları nereden doğar ve nasıl gelişir, bu sanatları geliştirmek için fertler ne yapabilir?  

No Comment 2001 Views

Her medeniyetin estetik anlayışı, sanatları ve kültürleri vardır. Medeniyeti oluşturan toplumlar bunları üretmeyi başaramazlarsa, sürekli aynı şeyleri tekrar etmek zorunda kalacaklarından yerlerinde sayarlar. İleri gitmek için, en azından çağdaşlarıyla rekabet edebilmek için diğer toplumların fikir ve sanatlarına, hatta inançlarına ihtiyaç duyarlar. Böyle toplumların önce düşünen ve üreten kesimleri bilimler ve sanatlar üzerinden diğer toplumların aklını almaya başlar, düşmanları bile olsa onların sanatlarını, yönetim modellerini, yol ve yöntemlerini hatta düşünüş şeklini taklit ederler. Taklit eden, bazen aklını aldığı toplumların gönlünde olanları da beraber alır ve onların gönüllü taraftarı olur, hatta belki taklit ettiklerinin hizmetine girer. Toplumun kimi kesimlerinin bu duruma karşı çıkması herşeyi halletmez. Zira taklit eden, başka toplumların ardından da olsa, kendi toplumunun önünde yürümektedir. Önden gitmenin riskli olması gibi avantajları ve taraftarları da olacaktır. Osmanlının son zamanlarında ve bugün Batı dışındaki ülkeler bu durumdadır. Çağın gereklerini yerine getirmedikleri sürece öyle de kalacaklardır. Onun için bir toplumun estetik anlayışının ve bundan doğan sanatlarının olması toplumun bekası bakımından önem taşımaktadır.

Sanatların kaynağı olan estetik nedir, nereden doğar?

Bir kültürde, medeniyette veya memlekette bir şeyin gelişebilmesi için onun insanların inançlarında yerinin olması gerekir. Meselâ, bir iklimde insanların kurban kesmeleri için kurbanın onların değerleri arasında bir yerinin ve değerinin olması gerekir. Yoksulları gözetmek, insanları hakkaniyete göre yönetmek de böyledir. İnsanların değerleri arasında yer almayan bir şeyin o kültür ikliminde ortaya çıkıp gelişmesini beklemek boşunadır. Aynı şekilde bir ülkede sanat ve estetikle ilgili değerler olmalı ki, orada sanatlar gelişebilsin. Ama bir ümmetin temel kaynaklarında güzellik ve estetikle ilgili değerler varsa, oradan sanatlar çıkarmak insanların işidir. Çıkaramıyorlarsa kendilerinde sorun var demektir.

Sanatlar estetik anlayışının, estetik ise güzellik duygusunun eseridir. Bütün medeniyetlerin güzellikle ilgili değerleri, buradan çıkan bir estetik anlayışı ve ondan doğan sanatları vardır. Mensubu olduğumuz İslam Medeniyetinin güzellik ve estetikle ilgili temel değerleri arasında şunları sayabiliriz:

     “Allah güzeldir ve güzelliği sever.” (Hadis-i Şerif)

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin Suresi: 4)

“O ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı.” (Secde Suresi: 7)

Yaratılmışların “güzelce,” onların en üstünü olan insanın “en güzel şekilde” yaratılmış olması ve her ikisini Yaratan’ın “güzel” olduğunu ve “güzeli sevdiğini” bildirmiş olması bize estetikle ilgili doktrin değerinde değerler sistemi sunuyor. Hüner, bu hazineden yararlanmasını bilmekte. Bu güzellik inancı aynı zamanda bir kök değerler sistemini oluşturur. O değerler sisteminden sayısız yeni değerler, ilkeler, kurallar çıkarmak gerekir ki bu anlayışa dayalı bir hayat tarzı geliştirilebilsin. Sanatlar buradan doğacaktır: Güzel bir mısra, gönlü ferahlatan bir beste, zarif bir desen, şık bir tasarım, hoş bir kapı yahut pencere, kalem gibi minare, ferah bir sokak…  Hepsi bu estetik anlayışı kazanmış olmanın meyveleridir.

Estetikten medeniyete bir oluşum zinciri

Estetik, insanı medeniyete götüren önemli unsurlar arasında yer alır. Estetiği olmayan bir medeniyet düşünülemez. San’atın ve estetik güzelliğin olmadığı yerde sıradanlık, gelişigüzellik, özensizlik ve bundan kaynaklanan düzensizlik, hamlık, yozluk, sığlık ve kabalık vardır. Yaratılışta, her nesnede bir ölçü olduğu gibi yaratılanlar arasında da bir yerindelik ve oran, bundan kaynaklanan bir uyum ve ahenk, onlardan doğan bir denge ve ömür vardır. İnsan, nasıl olur da dünyasını böyle bir yaratılışa göre imar ve inşa etmez. Bunu anlayabilmek için varlığı biraz düşünerek ve çıplak gözle seyretmek yeter ama matematik ve bilimin gözüyle bakmak bundan fazlasını kazandırır. Böylece Müslümanlar yapacaklarının “niçin” tarafını ve meşruiyetini olduğu kadar şeklini, ölçü anlayışını ve usulünü de Rab’lerinden öğrenir ve O’nu taklit ederek gelişirler. Dürüstçe söyleyelim: İslam Medeniyeti bu konularda yüzyıllardır çok geriledi. Bugünkü Müslümanların bu yolu başından alarak yeniden yürümeye başlamaları gerekiyor. İnşa dediğimiz şey de budur. Ama bütün bunların ancak medenileşme arzusu olanlar için bir manası vardır. Zira bedeviler medeniyet kuramaz.

*

Estetik ve etik (ahlâk) her zaman birlikte yürümelidir ki, estetik eksik kalmasın ve başına buyruk olup yolunu şaşırmasın. Estetik ve ahlâk, ikisi birden insanın ruhen ve fikren incelmesine, gelişmesine öncülük eder, insan eseri olan kültür ve medeniyete kişilik kazandırır. Meslekler, sanatlar ve sanat dalları kendi adabını buradan çıkarır ve güzel olanı aynı zamanda ahlâkî ve insana faydalı olmaya dönüştürürler. Ticaret adabı, ses sanatçılığı ve sahne adabı, öğretme abadı, süsleme adabı gibi… Onun için her medeniyet kendi değerlerinden kaynaklanan sanatlar yapar, sanatları üzerinden tanınır: İslam medeniyeti, ahşap ve metal süslemeciliği, dekoratif sanatlar, cam ve seramik işlemeciliği, hüsn-i hat ve minyatür gibi sanatlarla bilinirken, Batı uygarlığı daha çok resim ve heykel yapımı ile tanınmıştır.

*

Sanat, sosyal ve ekonomik hayatla iç içe geçmiştir

Artık sanat eskiden olduğu gibi, sadece “sanat” olma alanına sıkışmış değildir. Sanat, yine “sanat” olarak var olmakla birlikte üretim ve ticaretle iç içe girmiş, özellikle ticaretin ayrılmaz cüz’ü haline gelmiştir. Bu gerçeğe rağmen sanat nasıl ihmal edilebilir! Bunun farkında olan sanayi ülkeleri, üretim kadar tasarıma da önem vermektedirler. Sanat günümüzde, endüstriyel tasarım, iletişim tasarımı, dijital yayıncılık ve tasarımı, video gazeteciliği, sosyal medya uzmanlığı ve yöneticiliği gibi yeni mesleklerle daha geniş uygulama alanı bulmuştur. Bu yenidünyayı ve dünyanın yeniden şekillenmesini görmemek mümkün değildir. “Yeryüzünü imar etmek”le görevlendirilen insanlar arasından kim bunu ihmal edebilir! Sanat söz konusu olduğunda şüphesiz işin bir de şehircilik tarafı vardır. Yaşanabilir, medeni şehirlerimizin olmasını istiyorsak, “çarpık kentleşme” eleştiri kolaycılığı yerine adamakıllı şehirler kurmalıyı özendirmeliyiz. Esasen biz ne isek şehirlerimiz de odur. Ruhumuz şehirlerimizde, aynamız da şehirlerimizdir. Şehirlerimiz, binalarımız, ibadet yerleri ve sosyal mekânlarımız, cadde ve sokaklarımız hem yaşama kolaylığı, hem de güzellik bakımından birer sanat eseri olmalıdırlar. Yeryüzünü “imar etmek”le görevli olmak ve medeni toplum olmak bunu gerektirir.[i]

Onun için de, teorik bilgileri sıralayıp durmanın kimseye bir faydası yoktur, olmaz. Gençlerimiz, başlarda aç kalma pahasına da olsa sanatın içine girmeli, medeni hayatımızı güzel sanatlarla yoğurmaya bakmalıdırlar. Bunu yaparlarsa hayatın onları mükâfatlandıracağını yaşayarak göreceklerdir.

Sanatların gelişmesi için bireyin ne yapması gerekir?

Hayallerimiz ve sanat: İçinde yaşadığımız gerçeklik bazen bize yetmeyebilir yahut bizi içine çekip oraya hapsedebilir, aşılamaz, hatta çekilmez hale gelebilir. Burada geleceğe dair tasavvurumuz imdadımıza yetişir. Yani insanın ümidi gerçekliğin yerini alır. Ne var ki, hayallerimiz ve ümitlerimizin bizi gerçekten koparmaması, gerçeklikle aramızda köprü olması gerekir. Zira bilgimiz ve becerilerimiz öncelikle hayallerimiz üzerinden doğar, gelişir, bilimlere ve sanatlara dönüşür ve bizi gerçek hayata hazırlar. Sanatla hem geleceğe dair ümidimizi besler, süsler, ona güç katarız, hem de onu rafine etme, hayata geçirme ve başkalarıyla paylaşma ve toplumsallaştırma yol ve yöntemlerini keşfederiz. Hayallerimiz, sanata olduğu kadar bilimlere de hep öncülük etmiştir: Jules Verne, “Aya Seyahat” kitabını insanoğlunun aya ilk ayak basmasından (1969) yaklaşık yüz yıl önce (1865) yazdı.

Bireyin gelişmesi ve sanatların doğması: Bilimler, sanatlar, milletler ve medeniyetler bireyin kişilik kazanmasıyla gelişir. Gelişmişlik dereceleri de üyelerinin geliştiği kadardır. Her sanat eserinin arkasında gelişmiş insanlar vardır: Selimiye’nin arkasında Sinan vardır, Mona Lisa deyince Leonardo da Vinci akla gelir. Şahsın üstüne almadığı bir şeyin milletlerin hayatında yer etmesi düşünülemez. Onun için her birey, yetişip kişilik kazanmalı, halkı, milleti, meşrebi adına sadece istemek veya konuşmak yerine, bu hususta ne yapması ve nasıl yapması gerektiğini iyi düşünmeli ve gecikmeden bu uzun yolculuğa çıkmalıdır! Zira her sanat dalı uzun ve zahmetli bir çalışma gerektirir. İnsanın bir renk kültürü geliştirmesi bile uzun zaman alır. 

Sanat insanın kişiliğini geliştirir: Sanat, yalnızlığın, tekdüzeliğin, düşüncesizce tekrarcılığın, basmakalıpçılığın yol açtığı enva-i çeşit hastalıklı hallerin panzehirlerinden biridir. İlim gibi sanat da her an bir işte ve uğraşta olma imkânını bahşeder. Tembellik, işsizlik ve ümitsizlik insan kişiliğinin gelişmesini önler, en azından geciktirir. Yukarıda saydığımız temel değerlerimizden yola çıkılarak yapılmış san’at ise insanın ruh sağlığı üzerinde önemli rol oynar. Boş zamanların, amaçsızlığın, ümitsizliğin, sıkıcılığın ve can sıkıntısının insan ruhunu kemirdiği anlarda sanat bir tedavi, terapi ve gelişme yolu olabilir. En basit Karakalem resim çalışmaları, bir çalgı aleti yahut dijital tasarım çalışmaları kişiliğimizi törpülenmekten kurtarabileceği gibi çevremiz için yararlı işler yapmamızı da kolaylaştırır. Tabii ki sanatın hangi değerlerden türediği önemlidir. Mesela, müzik türlerinden biri insana ruhsal hastalık aşılayabildiği gibi hastalıkları tedavi etmekte yardımcı müzikler de vardır.

Kendini ifade etme aracı olarak san’atlar: San’at kendini ifade etme ve yeteneklerini dış dünyaya sunma imkânı elde edilen etkili araçlarından biridir. O da ses, söz, çizgi ve renkle olur. İnsan san’at yapar, san’at döner, kendisini yapanı yetiştirir ve ona “san’atçı” payesini bahşeder ve sanatçının mensubu olduğu topluluğa belli bir şey katarak onun toplum olmasında yapıcı rol oynar.

İyiliği yaymanın etkili yollarından biri sanattır

Bazen bir resim, bir kitaptan çok daha fazla etkide bulunabilir. Bir sanatçının halk üzerindeki etkisi inkâr edilebilir mi? Sanatın gücünden yararlanabilmek için önce ona inanmak ve sanat yapma yeteneğimizin gelişmiş olması gerekir. Kuvvet kullanarak insanlara hâkim olmak yerine gönüllere, başka kültürlere ve milletlerin gönlüne girmenin inceliklerini araştırarak oraya giden yolu inşa etmek gerekir. Bu becerilerde fakir toplumlar bulundukları yere ve zamana hapsolur. İnançları, fikirleri, eserleri olsa bile onları başkalarına sunmakta yetersiz kalırlar. Bu varlıklarına rağmen başkalarının sanatlarının müşterisi, hatta pazarı olurlar. Yok olmak istemeyen toplumların hayalleri, ümitleri, özlemleri ve onları eşyada tecelli ettiren ve insan kalbine nakşeden sanatları da olmalıdır.

İnsan ve toplum sanatla gelişir ve kendini yenileyebilir

Sanat bizi yeni fikirlere ve yeniliklere açar. İnsanlık her gün sayısız keşifler, buluşlar yapıyor, yeni şeyler üretiyor. Bunların çoğunun ömrü bir kısım canlılar gibi dakikalık, saatlik, seneliktir. Hayatın kanunu böyle, var olanlar ölüyor, yerini yenileri alıyor. Ama insan eserleri arasında uzun ömürlü olanlar, hatta tabir yerindeyse, bin yıllıklar da vardır. İşte san’at eserleri de bunlar arasında, belki başta gelenidir. Bugünden yarına kaybolup gitmek istemeyen toplumlar, her yeni nesle, yeni nesil sanatlar yapma yolunu açmalıdır. Zira taklit sanatlarla uzun süre yaşayamayız. Çünkü taklit insani yaratıcılığımızı bir yere kadar geliştirebilir, hatta bazen yerinde saydırır, bizi kuşatan dünya sürekli değişip geliştiğinden belki geriletir. Çünkü başkasının aklıyla uzun zaman yaşayanın düşünme melekeleri zayıflar, muhakeme yeteneği körelir, “kendi aklı” giderek zayıflar. Üstelik insanın elindeki araçlar ve yeni yaklaşımlar geliştikçe yeni sanatlar da doğar. Sanatlarla milletlerin dili ve kültürü de zenginleşir. Çünkü sanatla dile yeni kelimeler ve kavramlar eklenir, akla ve mantışa yeni yaklaşımlar kazandırırlır. Bugünün dijital (sayısal) dünyası da bunlardan biridir. Dijital âlem kendi sanatlarını doğurdu: Video oyunları, dijital sinema ve bilgisayar sanatları âleme başka bir gözle bakmamızı ve gördüklerimizi ifade etmenin yeni yol ve yöntemlerini keşfetti. Sanat adına, ebru sanatlarını taklit edip duran bugünün Müslümanlarının yeni sanatları ihmal etmeleri büyük bir hatadır.

İslam Medeniyeti ve insanın yetişmesi meselesi

Bizim de içinde yer aldığımız İslam Âleminin büyük meselelerinden biri insanın yetişmemesidir. Bu âlemde hâkim akımlar, cemaat, tarikat, mezhep ve meşrepler insanın yetişmesine başlangıçta büyük yer verir, devamında ise belli dini görevleri ve ritüelleri tekrar etmekten ileri gidemezler. Onun için birer sanat fakiri topluluklar olur ve öylece kalırlar. “İnsanın yetişmesi” adına, mensupları (birey) çoğunlukla saf dini bilgileri, ibadet ve dini ritüelleri tekrar etmekle yetinir, bilimler, sanatlar, devlet idaresi, adalet ve hukukla pek de ilgilenmezler. Bu yolla istemeden de olsa mensuplarını sosyal çevresinden koparır, ilgisiz hale getirir, hatta yabancılaştırırlar. Böyle milletlerin hayatları zamanla fakirleşir, çoraklaşır. Bir sanat gelenekleri de kalmadığından sanat yapmak isteyenler başka milletlerin sanatlarını taklit etme kolaycılığını seçerler. Bütün bunların sonunda çok acı bir şey gerçekleşir: “Zaman”ın (zamanın insanının) zihni kurur, birey bir kişilik kazanmadan ve bütün hayatı boyunca kayda değer hiçbir şey üretmeden yaşar.

İnsan sanat yapıp geliştirirken, sanat da insanı geliştirir. Okul sıralarına oturduğumuzda çizmeye başladığımız çizgilerle melekelerimiz ve yeteneğimiz de gelişmeye başlar. Ünlü “Karate Kid” filminde usta, öğrencisine bahçenin çitini boyatmakla işe başlar.  Bununla bileğini kullanmasını, onu egzersizle güçlü kılmayı ve sabırlı olmayı öğretir. Çünkü sanat, ancak uzun uğraşlar sonucu ve sabırla kazanılabilir. Sabırlı olmak insanın gelişmişliğinin alametlerinden biridir.

Sanat aynı zamanda kendimizi bilmemize ve tanımamıza da yardımcı olur. Bir insanı tanımak için sözlerine değil, işlerine, eserlerine bakmak gerektiğini öğretir.

İbrahim Akgün

Dipnotlar: 

[i] Sizi topraktan inşa eden ve size orayı imar etme yeteneği bahşeden (orayı imar etmenizi isteyen-İbn Kesir) O’dur. (Hud Suresi: 61)

Resimler:

Öne çıkarılmış görsel: Bursa Belediyesi, Derekızık Evleri (Teşekkür ederiz) http://projeler.bursa.bel.tr/geleneksel-koy-evleri-koruma-ve-yasatma.html

Yazıyı Paylaşırmısınız

About the author

A.Ü. DTCF mezunu. İngiltere, Sheffield Üniversitesinde Enformasyon Yönetimi, İsrail'de Kırsal Bölgesel Kalkınma Planlaması Post Graduate Study. Yayınlanmış çalışmaları: Söz İncileri; Divan Edebiyatından Seçilmiş Beyitler (2. baskı), Önce Söz Vardı; Fıkıh, Edebiyat ve Tasavvuftan Seçmeler. İlgi alanları: Yenilik, değişim, Gelişme. Uzmanlık alanı: Proje Yönetimi.

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked (required)

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.