İnsanın Yeryüzünü İmar Etme Görevi ve Hz Muhammed-I: İlk İnşa ve Yeniden İnşa

2 Comments 913 Views

İnsan, yeryüzünü imar etmeye memur edilmiştir.[i] O, ancak bu görevini yerine getirerek iyi bir hayat sürebilir. İnsanı yeryüzünün halifesi yapan, onun eliyle imar edilmiş bir âlemde adaletle işleyen bir düzen kurmasıdır. Gerçekleştirilebilecek en büyük ölçekli imar etme şekli medeniyettir. Medeniyet (umrân), imar ve inşa etmekten doğar. İnsanlık tarihinde çok medeniyet gelip geçmiştir. Bu medeniyetler arasından biri ve en son inşa edileni İslam Medeniyetidir. İslam Medeniyeti, diğerleri arasından kendine yer açarak hayat bulmuştur ve ilk mimarı Hz Muhammed’dir.

Yeryüzünün ıslah ve imar edilmesinde insanın aklı, gönlü ve ahlâkıyla imarı önemli ve önceliklidir. Çünkü insan, kendini eğitip ıslah ve imar etmeden, medeni bir kişilik kazanmadan çevresini, dünyayı imar edemez. Bu durum, şu veciz sözle ifade edilmiştir: “Âlemin imarı âdemin (insan) imarından geçer.” Bu ihtiyaçtan hareketle her insan, özel olarak da her Müslüman hem kendini hem de yaşadığı âlemi imar etmekle yükümlüdür.

Peki, şu anda İslam Âlemi yeryüzünü imar etme görevini yerine getirebiliyor mu? İyi, doğru ve güzel olanı hayata geçirebiliyor mu? Adalet dağıtabiliyor mu? Hiç değilse peygamberin (s.a.s) eserini, kurduğu düzeni, adalet ve medenileşmeyi sürdürebiliyor mu veya bütün bunları yeniden inşa edebiliyor mu? “Yeniden inşa” gereklidir çünkü her nesil kendi zamanını inşa etmekle görevlidir. Müslümanlar düzen kuramadıkları için hangi problemleri yaşıyor? Kendi Medeniyetlerini devam ettirebilmeleri için ne yapmaları gerekiyor?

Bu sorulara olumlu cevaplar vermek ne yazık ki mümkün değildir. İslam âlemi kendi iç dinamikleriyle gelişemiyor, sorunlarını çözemiyor. Adaleti gerçekleştiremediği, huzur bulamadığı gibi, bütünlüğünü de koruyamıyor. İslam Dünyasının gelişmesi gerek kendi içinden, gerekse dışarıdan kaynaklanan sebeplerle durmuş, durdurulmuş durumdadır. Bu acizliğin sebeplerinden biri İslam Medeniyetine, fani olan her şeyin yaşayıp göreceği gibi ve İbn Haldun’un belirttiği şekilde, yaşlılık halinin çökmüş olmasıdır. Bu durum, hemen bugün ölmeye mahkûm olmak gibi değildir. Ancak yüzyıllar süren bu yerinde sayma ve ondan kaynaklanan gerileme, tedbir alınmazsa sonucu hayırlı olmayacaktır.

Bu soruların cevabı, sorunların çözümü vardır: O da İslam Medeniyetinin yeni bir safhasının inşa edilmesidir. Çözüm budur, bu mümkündür zira medeniyetler düz bir çizgi üzerinde ilerleyemez. Zaman zaman zaafa düşebilirler. Her tökezleme yeni bir dönemin inşa edilmesiyle atlatılabilir. İslam Medeniyeti de ancak bu şekilde günümüze kadar gelebilmiştir. Medeniyet ölçeğinden küçük veya düşük bir çözüm çok şeyin kaybına sebep olur.

Onun için bugün ihtiyacımız olan günübirlik çözümler, tarihten örnek getirmeler, her fırsatta başvurduğumuz siyasi önlemler veya devlet üzerinden tedbirler gerekli ama yeterli değildir. Uzun zaman süren bu büyük durgunluğu aşmak için ihtiyacımız olan, büyük ölçekli, kapsamlı, derin ve medeniyet ölçeğinde bir yenilenmedir. Bu, her canlı türünün yeni neslini kendi içinden, özünden, canından çıkarması gibi aynı ruhla, yeni ve genç bir bedende yeniden var olma halidir.

İslam Medeniyetini kuran değerler olarak tevhid ve nübüvvet inancı, merhamet, doğruluk, iyilik, iyi-doğru ve güzel işler yapmak, ölçü, denge ve düzen kurmak ve adaleti inşa etmek gibi evrensel değerler işlendikleri zaman hayat verebilir halde yerinde duruyor. Bunlara öncelikli olarak aklı, ahlâkı, nesli ve hayatı ile insanın korunmasını eklemek gerekir. Sadece birkaçını saydığımız bu insani ve ahlâki değerler hayatın mayası ve tohumlarıdır. Kendilerine uygun iklimi ve toprağı buldukları yerde yeşerir, herkese ve her şeye hayat verirler.

Bunu söylemiş olmakla kendiliğinden bir geçişten, reankarnasyon benzeri bir şeyden bahsetmiyoruz.  Burada gelmek istediğimiz yer; zor ve zahmetli olan o ruhun her nesilde, özellikle günümüzde yeniden inşa edilmesidir. Maddi ve teknik olan ne kadar azgınlık yaparsa yapsın insanın var olması ruhuyladır. “İnsanın donanımının ana noktası insanın teknolojisi değildir, ruhudur.” der, tarih felsefecisi A. TOYNBEE.[ii] Günümüzde yıpranan, bastırılan ve yolun altına itilen ruhun yeniden inşa edilmesi ancak insani değerler ve onlara uygun metotla mümkün olabilir. Bu, Peygamberin (s.a.s) yeniden inşaya ilham verecek olan metodudur. Bütün kültür ve medeniyetler ahlâki değerlerden doğmuştur. Medeniyet tarihçileri bunda ittifak ederler. Güzel ahlâk olarak yeniden inşa edilecek o ruh, girdiği her yere, her şeye, eşyaya, oluşa ve oluşumlara hayat verecektir.

“Yeniden İnşa” İhtiyacında Yol, Yöntem veya Metot Arayışı

Gelişemeyen, sorunlarını çözemeyen, kendini içten gelen dinamiklerle yenileyemeyen bir toplumda elbette dengeler bozulur, düzensizlik hâkim olur. Böyle toplumlar elbette büyük sorunlarla karşılaşır. Çünkü var oluşun ve zamanın yasaları yerinde saymıyor, her an çalışmaya devam ediyor. Bu yasalara bakarak toplumların her dönemde kendilerini, yine kendi değerleri ve metotlarıyla yenilemeleri gerekir. Onun için Yeniden İnşa görevini yüklenen her neslin kendi değerlerini (medeniyeti meydana getiren esasları), dinamiklerini ve metotlarını bilmeleri ve hayata geçirebilmeleri gerekir.

Kendi esasları (değerleri) ve usulü (metot) diyoruz çünkü her değerler sisteminin, yine kendi canından çıkan bir yol, yöntem ve yaklaşımı vardır. Her kültür ve medeniyet yapacağını kendi metoduyla yapar. Değilse yolun bir yerinde kendi tabiatından çıkar. Çünkü her kültür ve medeniyetin bir usulü vardır. İslam Medeniyetinin usulü Peygamberin (s.a.s) uygulamalarından doğan sünnetidir. Onun için İLK İNŞA’yı anlama ihtiyacımız Peygamberin (s.a.s) esasları (değerleri) nasıl anladığı ve hayata geçirme usulünü anlama çabasıdır. Bir kültür ve medeniyete mensup her birey veya topluluk bu yol ve yönteme sadakatle bağlıdır. Bağlılık yoksa değil medeniyet kurmak iki tuğlayı bile üst üste koymak mümkün olmaz. Çünkü bir toplumda usul yoksa yaygın deyimlerle “biri öyle yapar, biri böyle” veya “Ali yapar, Veli bozar!” Bu durumda, belli bir çaba sonunda göreceğimiz gelişme veya tekâmül değil kavga, aşınma ve sonuç olarak gerilemedir.

Bütün bu sebeplerden dolayı yeniden inşa, kültür alanında veya millet içinde, bireyden en büyük bütüne kadar gelişme arzusu, medenileşme isteği ve sonsuz bir nitelik ruhunun uyanmasına bağlıdır. Nitelik, niceliği (şekli, usulü, metodu) doğurur ve her zaman etkiler.[iii] Peygamberin (s.a.s) metodunu anlama ihtiyacı öncelikle usul (yol, metot) arayışından doğar. Usul arayışı yoksa Peygamberin (s.a.s) yolu aranmaz, insan kendi nefsinin elinde kalır. Böyle bir durumda birlik ve birikimden söz etmek de zorlaşır. Çünkü insanları birleştiren, bir toplumun üyeleri yapan sadece neye inandıkları veya ne yaptıkları değil, aynı zamanda işlerini nasıl yapıp ettikleridir. “Onlar işlerini aralarında istişare ile yaparlar” ayeti sadece bir işi yapma tarzını değil, yönetimin niteliğini ve bir organizmanın üyeleri olmaya kadar giden çok çeşitli örgütlenmeleri de kapsar. Bütün bunlardan doğan bir ihtiyaç olarak Yeniden İnşa için İlk İnşa’ya gitmek çok önemlidir.

Biz bu yazımızı, okuyucumuzun hemen her yerde rastlayabileceği şekilde, mevcut durumu hikâye ederek, tenkit, tekfir veya şikâyetle geçirecek değiliz. Onun yerine, İslam Medeniyetinin İLK İNŞA dönemine gideceğiz. O İlk İmar ve İnşanın ne ile ve nasıl olduğunun nüvelerini (tabir yerinde ise ilk parçacıkları) arayacağız. Oradan ve O, “en güzel ahlâk sahibi” Peygamberin yaptıklarından örnekler arayarak, İLK İNŞA’yı tanımaya, ondan ilkeler çıkararak mana ve mantığını anlamaya, basit ve sade bir dille okuyucumuza aktarmaya çalışacağız.

İhtiyacımız olan yenilenmeye, yüzyıllardır ne ile nereden ve nasıl başlanması gerektiğine dair sayısız fikirler ortaya atılmıştır. Biz bu yazı dizimizde aşağıdaki üç şeyi yapmaya çalışacağız:

-Bugün yapılması gereken medeniyetimizin yeni bir safhasının inşa edilmesini araştırmak

-Bunun için, medeniyetimizin İlk İnşa dönemine giderek onu kendi iç dinamikleriyle anlamak

-‘İlk İnşa’yı ve ‘Yeniden İnşa’yı büyük fikirler, felsefeler, teori ve ideolojilerle değil, yaşandığı gibi ve insana gerekli olan haliyle, sade ve basit yoldan anlamak ve açıklamak

Geleceğe Nereden ve Nasıl Gidilir?

Bir kültür ve medeniyette metodun (usul) esaslardan (değerler) doğduğunu yukarıda belirtmiştik. Metot keyfi değildir. Onun da yol gösteren ve yön veren değerleri vardır. Bunlardan bazılarını sayalım; Sadelik, yumuşak huyluluk, kolaylaştırmak, nezaket, orta yoldan yürümek (aşırılıktan kaçınmak), adalet, ılımlılık (itidal), teklif etmek (zorlamamak, dikte etmemek), sabırlı olmak, sevdirmek (nefret ettirmemek). Görüldüğü gibi bu değerlerin kimileri usul ve esasları birlikte barındırırlar ki bu halleriyle herkes için hayat doludurlar.

Bir şeyi anlamak, onu kendi tabiatı, usulü ve iç dinamikleriyle anlamak demektir. Büyük, parlak ve yükseklerde görünen ve karmaşık olan ne kadar cazibeli olursa olsun sadeliği tercih etmek gerekir. Sadelik ve basitlik Peygamberin (s.a.s) yolu, yaklaşımı ve usulüdür (sünnet). Yazımızın ilerleyen bölümlerinde Hz Peygamberin ve Leonardo da Vinci’nin basitlik ve sadelikle hakkındaki hadis/sözüne yer vereceğiz. Bu yolla, bu metodun varlığından ve olayları anlamaktaki faydasından yararlanmaya çalışacağız. Şimdilik sadece bu metot hakkında farkındalık uyandırmakla yetiniyoruz.

Mademki bir medeniyeti konuşuyoruz. Mademki sözünü ettiğimiz medeniyetin kendisi de bir inşa eseridir ve onun bir ilki, başlangıcı vardır.  O halde biz de o İLK İNŞA dönemine gideceğiz, orada bulduklarımızı, mütevazı bir yolla, uzun uzadıya tartışmalara girmeden görmeye, anlamaya ve medeniyeti kuran o inanç nüveleri ve değerlerin hayata geçmiş hali olan uygulamaları basit tespitlerle anlatmaya çalışacağız. Üstelik bin dört yüzyıldır süren o İLK İNŞA, herhangi bir inşa değil, yüce Allah’ın seçtiği Peygamber (s.a.s) tarafından gerçekleştirilen İNŞA ve kurulan düzendir. O, “pek yüksek bir ahlâk üzere[iv] olan peygamberin eserinde bulduklarımızı anlamaya, değerli okuyucumuza açıklamaya ve bugün için ne yapılması gerektiğini kolay yoldan anlatmaya çalışacağız.

İnsan için “iyi ve doğru” olanı hatta bunların güzel olanını arıyoruz. Bir İslam Medeniyeti varsa inananların bir medenileşme meselesinin de olması gerekir. Değilse ne Yeniden İnşa bilinebilir ne de İlk İnşa dönemine gitme ihtiyacı doğar ve hakkıyla anlaşılabilir. Yalnız dua, namaz ve zikirle, uhrevi konular ve siyasi kavgalarla medenileşme ihtiyaçları karşılanamaz. Medenileşme, insanın tutum ve davranışı, düşüncelerini dile getirmesi, dinlemesi ve bundan kurumlar türetmesi, başkalarıyla ilişkileri, temizlik alışkanlıkları, sanat ve estetik anlayışı vs. sayısız şeyleri kapsar. BERGSON bunu şöyle açıklar:

“Uygarlık, yüzyıllar boyunca insanlığın elde ettiği kazanımlar, ona öğretilen bilimde, gelenekte, kurumlarda, adetlerde, sentaksta ve konuşmayı öğrendiği dilin vokabülerinde ve kendi çevresindeki insanların el-kol hareketlerinde bile bulunmaktadır.”[v]

Peki, ama Peygamber (s.a.s)’in medeniyetle ilgisi nedir: Sümer, Mısır, Pers, Asur ve Babil gibi eski medeniyetleri saymazsak yeryüzünde halen hayatını sürdüren ve çok yerde aralarında geçişmeler olmuş Çin, Hint, Batı, Slav Ortodoks ve İslam gibi iki elin parmakları kadar medeniyet hüküm sürmektedir. Yazımızın girişinde de bahsettiğimiz gibi İslam Medeniyetinin kurucusu Hz Muhammed’dir. Peygamberin (s.a.s) hareketini, birini diğerinden ayırmadan ve her biri diğerini tamamlayan iki kısımda değerlendirmek mümkündür:

İslamlaşma ve Medenileşme: O, puta tapanları, tevhit inancını bilmeyenleri İslamlaşmaya; bedevileri, dağlıları medenileşmeye davet etmiştir. Peygamberin (s.a.s) hareketinin İslamlaşma gibi medenileşme boyutunu dikkate alanlar ancak O’nu hakkıyla anlayabilir ve günümüzü inşa edebilir.

Okuyucumuzun bildiği gibi biz sırf anlatma maksatlı veya okuyana haz vermek için değil, son maksadı uygulama olacak şekilde yazmaya çalışıyoruz. Düşünenler için burada şu sorunun akla gelmesi gerekir: İslam Medeniyeti diye bir medeniyet varsa, o medeniyete ve kurucusu olan peygambere (s.a.s) inananların da “medenileşmek” gibi ciddi bir meselelerinin olması gerekir. Bu durumda onların nasıl bir dünya için çalışmaları ve ne yapmaları gerekiyor? Öte taraftan bir çeşit ‘ruhban dindarlığı’nın yaptığı gibi sadece takke, tespih, zikir Müslümanlığıyla yahut hadis nakli veya tekrarıyla böyle ağır bir görevi yerine getirmek mümkün müdür?  (Bunları gelecek yazılarımızda işlemeye çalışacağız)

Âleme Nizam Vermenin Yolu Kendi İçimizden Geçer

İLK İNŞA dönemine gitmemizin sebebi medeniyetimizin mayasının, kodları, koordinatları, ilk kurguları ve uygulamanın o dönemde olmasındandır. Yoksa duygusallıktan veya geleceğe gitmek isterken bir hevesle geçmişe gittiğimizden değil. Ne var ki, o kodları ve usulü alalım diye, geçmişten gereksiz şeyleri yüklenmemek veya gittiğimiz yerde takılıp kalmamak gerekir. Burada dikkatli ve dürüst olmak gerekiyor çünkü kimi toplumlarda “geçmiş” yahut “atalar” tuzağına düşenlerin sayısı az değildir. Bir medeniyet içinde ne aradığını bilmek, koca bir denize dalarak oradan gerekli cevheri çıkarmak, cürufundan ayırmak, o cevheri işleyerek hizmete sunmak kolay değildir. Yol boyunca çokça engeller ve tuzaklar olduğunun farkında olmak gerekir. Böylece kendimizi o kodlar ve ölçülerle kıyaslayarak bileceğiz ve inşa edebileceğiz.

Yeryüzünde yapılan her şey doğduğu kaynağın ve kendi çevresinin etkisi altındadır. Maksadımız olan Yeniden İnşa da bizim alışkanlıklarımızın etkisi altında olur. Bu bakımdan kendi adet ve alışkanlıklarımızı, zaaflarımızı, eksiklerimizi ve peşin hükümlerimizi bilmemiz ve bunların kendimizi yenilemekte muhtemel menfi rolünü hesaba katmak gerekir:

Bunun için öncelikle, medeniyet kuran bir peygamberi ve O’nun metodunu (sünneti) inkâr etmek gibi bir fesattan sakınmak gerekir. İkincisi;  “din adamı” rolündeki dindarlığın ruhbana dönüşerek dünyevi olanı arka plâna atmasıdır. Üçüncüsü; İslamı bireysel hayata, iç mekâna hapsetmek, hatta “kendini (imanını) kurtarmak” gibi içe bükülme, bencilleşme hatta yumrulaşma sorunudur. Dördüncüsü; “atacılık” ve tarihsellik üzerinden gelen, peşin hükümlerle dolu ayırımdır. Beşincisi; belki en yaygın, örtülü ve tehlikeli olanı İslam’a ait çok şeyi retoriğe ve eğlenceye dönüştüren “hazcılık” hastalığıdır. Bu konuda, gençleri cezbeden “edebiyat” adı altındaki yayın ve faaliyetlere dikkat etmek gerekir! Altıncı husus ise günümüz Müslümanlarının ideolojilere, büyüklüğe ve tepeden inmeciliğe olan zaafıdır. Kendi “küçük adamlığı”ndan kaçarak her işte büyüğün ve büyüklüğün içine giren insanlar her işi büyüterek, sonra o büyüklüğün içinde boğularak sorunları çözebileceklerini zannederler! Hiçbir şekilde küçümsenmemesi gereken diğer bir husus da günümüz dünyasından kopuk bir âlem inşa etmeyi tasavvur dahi etmemektir.

Medeniyetimizin ilk inşa dönemini değerleri ve kendi metoduyla olduğu kadar aynı zamanda insanlığın birlikte yaşama biçimleri olan düzen kurma, toplum, millet, devlet, kültür ve medeniyet kavramları yardımıyla da anlamaya çalışmak gerekir. İnsanlığın inşa ettiği büyük ortak birlikler ve bu birliklerden doğan kurum ve müessesler her zaman vardır. Günümüzde ve gelecekte inşa edeceğimiz ortak alanlar da bunlar ve benzerleri olacağına göre, inşayı onlar üzerinden de tanımak yolumuzu aydınlatacak, amacımıza ulaşmayı biraz daha kolaylaşacaktır. Böylece insanlığın bugüne kadar elde ettiği birikimden yararlanmamak ancak aptallıkla açıklanabilir ve sonu hüsran olur!

Ancak şuna dikkat etmek gerekiyor: Anlamaya çalıştığımız dönemde kurumlar, müesseseler, yol, yöntem ve yaklaşımlar günümüzdekilerle aynı türden olabilir ama çok zaman aynı yapıda değildir. Zira o günün yönetimi, toplumu ve devleti de bugünkünden farklıdır. Orta Çağda, bir yarımadada yerleşmiş toplumda bu saydıklarımız çok daha basit, sade ve sıradan halde yer almaktadır. Onun için Peygamberin (s.a.s) uygulamalarını birer kod, koordinat ve referans olarak görmek gerekir. Kapitalizm karşısında insani bir ekonomi ve toplumsal yapı teklif eden, II. Dünya Savaşından sonra yayınlanan en iyi 100 eser arasında yer alan “Küçük Güzeldir” kitabının yazarı E. F. Schumacher, modern toplumlarda görülen unsurların önceki toplumlarda basit halde bulunduğunu yazar. Buradan hareketle, önceki toplumlarda, basit ve sade olarak yer alan değerler ve düzenlemeleri küçük görmemek, onları teşhis edecek göze ve akla sahip olmak ve değerlendirmesini bilmek gerekir.

Bu basamakta kendimize bir hatırlatma daha yapalım: Bir yerde değişim gerçekleştirmek isteyenin; buna dair değerlerinin, politikaları, plânları ve programlarının ve bu plân ve programları hayata geçirecek yol, yöntem ve yaklaşımlarının, hatta projelerinin olması gerekir. Amacımızın içinde, coğrafyamız veya insanlığın yararına fikir taşıyan insanların plân ve programlarına malzeme kazandırmak, aynı zamanda plân ve program yapmaya teşvik etmek de vardır, olmalıdır. Bütün bunların amacı entelektüel bir sohbet değil, inandıklarının insanda davranış haline gelmesi yani hayata geçirilmesidir. Ele aldığımız konuları bütün bunları hesaba katarak işlemeye çalışacağız. Okuyucumuz da yazdıklarımıza bu gözle bakmalı, anlamaya ve katkıda bulunmaya çalışmalıdır. Ancak bütün bunlarla birlikte konuyu gereksiz yere büyütmemek ve karmaşık hale getirmemek gerekiyor. Yaptığımız işin,  bir medeniyetten, her bakımdan “çay kaşığıyla” almaktan ibaret olduğunun farkındayız.

Öne Çıkan Görsel:AI Microsoft Designer. Teşekkür ederiz/Thank you https://designer.microsoft.com/

KAYNAKLAR

[i] “Semud milletine kardeşleri Salih’i gönderdik. “Ey milletim! Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur. Öyleyse O’ndan mağfiret dileyin, sonra da O’na tevbe edin. Doğrusu Rabbim size yakın ve duaları kabul edendir” dedi.” (Hud Suresi, 61)

[ii] TOYNBEE, Arnold; Tarih Bilinci. (A Study of History) 507 resim, 23 harita ve şema. C. 1. S. 104. Bateş Yayınları, İstanbul, 1978.

[iii] BERGSON, Henry; Ahlâkın ve Dinin İki Kaynağı. S. 68. Çev. M. Mukadder YAKUPOĞLU. 3. Baskı. 270 S. Ankara, 2017.

[iv] “Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin!” (Kalem Suresi, 4)

[v] BERGSON; a.g.e.S. 71.

***

Yazıyı Paylaşırmısınız

About the author

A.Ü. DTCF mezunu. İngiltere, Sheffield Üniversitesinde Enformasyon Yönetimi, İsrail'de Kırsal Bölgesel Kalkınma Planlaması Post Graduate Study. Yayınlanmış çalışmaları: Söz İncileri; Divan Edebiyatından Seçilmiş Beyitler (2. baskı), Önce Söz Vardı; Fıkıh, Edebiyat ve Tasavvuftan Seçmeler. İlgi alanları: Yenilik, değişim, Gelişme. Uzmanlık alanı: Proje Yönetimi.

2 Comments

  1. Ramize

    Selamünaleyküm hocam hayırlı ramazanlar insanın fıtratına uygun kılavuzumuz olan kuranı kerimi tek kitabımız yaparak bir yerleşim yeri mi dediniz ?

    • İbrahim AKGÜN

      Yorumunuz için teşekkür ederiz Ramize hanım. Yorumunuz bize pek açık gelmedi, affedersiniz. Yorumunuzla ne demek istediğinizi daha açık şekilde yazmanız mümkün müdür. Tekrar teşekkür ederiz.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked (required)

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.