Müslümanların bugünkü durumunun iyi olmadığını, hatta bazı durumlarda rezillik içinde kaldığımızı ispat etmeye gerek yoktur. Kimi kesimlerimiz kendini farklı zannetse de dindar, mütedeyyin, muhafazakâr, din derdi olmayan hatta dinle savaş içinde olan bütün Müslümanlar küçük farklılıklarla aynı durumdayız.
Biz bugünün Müslümanları sıkıntılarımızın sebeplerini çoğunlukla siyasetle açıklar, onların da sebebini genellikle Batıya bağlarız. Biraz geniş açıdan baktığımızda, Mehmet Akif’in yüzyıl önce; “Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm, Dolaştım mülkü İslam’ı bütün viraneler gördüm” dediğini görürüz. Yani o günden bu yana sıkıntılar değişmiş ama sıkıntımız bitmemiştir. Demek ki kendimizi tanımak ve nerede olduğumuzu anlamak için siyasi değerlendirmeden öte, daha genel-geçer ölçülere ihtiyacımız vardır.
Problemlerimizin kaynağında fıtratı anlamamak yatmaktadır
Gerçekte sorunlarımız çok daha büyük ve kökleri daha derinlerdedir: Biz var olmanın kanunlarından bihaberiz. Bu kanunları beşeri dünyadan önce tabiat dünyasından öğrenmeye çalışmak gerek. Zira kurallar, kanunlar, düzen, nizam, denge ve süreklilik doğada çok daha açık ve gözlemlenebilir haldedir. Ama biz varlığı, yaratılışı, ondaki inceliği, sürekliliği, uyumu, düzeni, dengeyi hemen hiç incelemiyoruz. Onun için de bilim ve sanat yapamıyor, beşeri dünyamızı inşa ederken isabetli davranamıyoruz. Allah’ı tanıyor, biliyor ama O’nu adetleriyle (sünneti) ve eserleriyle (tabiatı) anlama ihtiyacını duymuyoruz. Dinin kaynağı ahlâk olmasına rağmen durmadan değişen dünya hayatımız için çok zaman muamelat (yeni davranış kalıpları, kurallar, ilkeler) bulup hayata geçiremiyoruz. Birlikte yaşamak için olmazsa olmaz olan hukuk ihdas edemiyoruz. Zamanımıza ve değerlerimize uygun toplum ve devlet modelleri ve iyi yönetim şekilleri geliştirip hayata geçiremiyoruz. Bu yüzden de işlerimizi daha düzgün yapamıyor, adaleti tesis edemiyor, hatta çok da önemsemiyoruz. İdeal insanımızı yetiştiremiyoruz, bunun için gerekli eğitim modellerini geliştiremiyoruz. Kısacası kültür üretemiyoruz, örf geliştiremiyoruz. Kimimiz atalarımızdan miras kalanı tüketmekle, diğerlerimiz de Batıdan taklitle yaşama yolunu seçiyoruz. İhtiyacımız olan şeylerden birini bulup hayata geçirsek bile değişen şartlar karşısında tekâmül edip sürekli geliştiremiyoruz. Bu yüzden de davranışlarımız, alışkanlıklarımız, yaklaşımlarımız, modellerimiz ve sistemlerimiz ya kadük kalıyor, işe yaramaz hale geliyor ya da dönüp dönüp açık veya örtülü şekilde yukarıda saydığımız iki yoldan birinde tekrar taklit ediyoruz. Bütün bunların sonunda “çözüm” diye sarıldıklarımızdan sürekli yeni sorunlar doğuyor, şikâyetlerimiz artıyor.
Aklımızı kullanmaya başlamakla yola çıkmak gerek
Biliyoruz ki yanlışlarımız veya eksiklerimiz yukarıda saydıklarımızdan ibaret değildir. Zaten bütün hayatımız, cahil toplumların yaptıkları gibi birbirimizin kusurlarını veya günahlarını sayıp dökmekle ve bunun üzerinden düşmanlıklar icat etmekle geçmiyor mu? Yine biliyoruz ki, sorun saymak da marifet değildir. İhtiyacımız olan şey sorunlarımızı öngörmek, zamanında farketmek, adlandırmak, doğru tanımlamak, sebeplerini teşhis etmek ve çare aramaktır:
Her sorun kendi sebeplerinden kaynaklanır ve bütün sebeplerin altında da aklımızı kullanmamak yatıyor olsa gerektir. Aklını kullanmanın birinci yarısı soru sormasını bilmektir. Bu bakımdan varlığı, oluşu, dünya hayatını ve içinde bulunduğumuz durumu anlamanın yolu onu evrensel değer ölçüleriyle sorgulamaktan geçer. Öyle ki medet umduğumuz sistem, bireysel hayatımıza olduğu kadar sosyal, toplumsal hayatımıza ve kamu düzenine katkısını yapabilsin.
Tevhid inancından eyleme, düşünme basamakları ve muhakeme yolları
1-Her şeyin temeli, ilk yaratılış ve yaratılış sebebidir. Sağlıklı bir yaratılış inancı vahiy ve akıl beraberliğinden doğar. Bu da sağlıklı bir sorgulama ister. Çünkü ancak aklını kullanabilenler ilerler. Yaşadığımız devir dahil olmak üzere insanlık tarihini etkilemiş olan Hz. İbrahim aklını kullanmayan kavmini putlara, yıldızlara tapmaktan vazgeçirmek için inançlarını sorgulamış ve geriye bir gelenek bırakmıştır: İnsanı, inançları üzerinden düşündürme geleneği![i] Hz. İbrahim’in puthanedeki bütün putları kırıp baltasını en büyük putun boynuna asması bir meydan okuma değil, zamanın insanlarını düşündürmenin ve aklettirme örneğinin şaheseridir.
En büyük sorgu, yaratılışı sorgulamaktır. Bu dünya niçin vardır, ben kimim, nereden gelip nereye gidiyorum? Yaratılmış olmaktan dolayı bir görevim var mıdır? Ne yapmalı, nasıl yaşamalıyım? Bunun için nasıl bir dünya inşa etmeliyim? Benim dışında yaratılmış olanların yeri ve değeri nedir? Mesela, akarsuların yönünü çevirip, ormanları yok edebilir miyim? Yahut insanları dilediğim gibi yönlendirip yönetebilir miyim?
2-İnanma, sorgulamaya bağlı olarak insanda iki halde bulunur:
- Sormayan ve merak duymayan insanın “taklidi iman”ı;
- Merak eden, araştıran, düşünen ve muhakeme edenin “tahkiki iman”ı.
Taklidi iman taklitten, tekrardan, ezberden doğar ve sürekli “…….….. gibi” yapmakla varlığını devam ettirir. Böyle yapmakla da giderek kabuğuna çekilir ve sonunda onu taşıyan toplumun hayatını söndürür. Hayat ancak düşünen, arayan, araştıran, tefekkür eden ve yaptıklarından yeni cevaplar ve cevherler bulan, yeni keşifler yapan imanla gelişebilir. Çünkü hayata yeni şeyler katacak ve zenginleştirecek olan yeni buluşlar ve keşiflerdir. Ancak böyle bir inanç ve onun getirdiği hayat tarzı insanı ve dünyayı imar ve inşa edebilir.
3- Varlığı Yaratan’ın adeti (sünnetullah) ve yaratılanın davranışı bu ise “çepçevre kuşatıldığım bu varlık içinde ben neyim ve nasıl davranacağım?” “Neye, hangi gözle bakacağım, kime hangi ölçülerle davranacağım?” “Benim hakkım, sorumluluğum nerede başlar, nerede biter?” “İnsan için nasıl bir rol (gaye) ve rolünü oynaması için nasıl bir yol (senaryo) tayin etmek gerekir?” Bu sorgulama sadece insandan değil, öncelikle yaratılandan öğrenmeyi; dünyamızı ve insanın dünya hayatını daha iyi anlamayı ve insanlığın yararına olarak iyileştirmeyi kolaylaştıracaktır.
Vahiy rehberliğinde yapılacak bu sorgulamayla bilimlerin kapısı aralanır. Din ile bilimin her biri daha iyi anlaşıldığı gibi karşılıklı yardımlaşarak birbirlerini daha iyi anlaşılır hale getirir ve daha erdemli bir toplum inşa etmenin imkânları artar.
4-“Bu niçin vardır?” “Bu niye böyledir?” Var olan makro ve mikro ölçekte sorgulanacak, böylece yaratılanın (varlığın) davranış ve işleyişi daha iyi bilinir hale gelecek, çevremizde olup bitenler daha iyi anlaşılacaktır. İnsanın fıtratından (yaratılışından) gelen kurallar bilindiğinde, birey veya toplum olarak her şey daha iyi anlaşılacak ve gelişebilecektir.
Sorgulama, yaratılmayı sorgulamakla kalmaz, asıl insan ilişkilerini yönelir ve burada insana bir dünya kurmak için çaba gösterir. Doğruluk, merhamet, empati yapma, selamlaşma, yoksulun ve yetimin korunması, özgürlükler, adalet ve sağlıklı insan ilişkileri gibi sayısız değerlerin insan fıtratındaki yerinin bilinmesi bireyin ve toplumun inşa edilmesinde önemli rol oynayacaktır. Geçmişte olup biten bu yolla bilinecek, böylece düşünmeden bağlılıklardan ve düşmanlıklardan kurtulmanın kapıları aralanacaktır. Zira atalarımızın yaptıklarını sayıp dökerek onlarla övünmenin zamanımıza bir faydası olmaz. Ta ki “ne”nin ötesine geçip, “nasıl” ve “niçin”ler aklımızı meşgul edene kadar! Bu sorgulamaların her birinden ve her bir şeyin anlamı daha açıklık kazanmalı ve buradan bilimler, sanatlar, ahlâk, hukuk ve adalet doğmalıdır.
Geleneğin bazı unsurları dini temsil etmeyebilir
5- Din, hayatın her yönüyle sorgulanmasını teşvik eder ve tahkiki imanı, taklidi imandan üstün tutar. İslam hayat dinidir, tahkiki iman ister. Çünkü taklitten hayat hâsıl olmaz. Taklitçi, ancak başkasının açtığı yoldan yürür ve önden gidenin inşa ettiği hayatı yaşar. Onun için taklitle yaşayanın geri kalmasının sebebi onun iman etme şeklinde, dünyaya bakışında ve hayat tarzındadır.
6-Müslüman toplumlar taklitle yaşamanın bedelini canları, malları, namusları, şerefleri, devletleri ve topraklarıyla ödediler, ödüyorlar! Bu kadar zamandan sonra anlıyoruz ki, geri kalışımızın, bölünmemizin ve birbirimize düşmüş olmanın sebebi, suçu, ideolojilerin iddia ettikleri gibi dinde değil, inanma şeklindedir! Yani akletme şeklimizde, örf ve adetlerimizde ve kültürlerimizdedir. Çok insan, sorgulamaya izin vermeyenin din olduğunu zannederek ondan uzak duruyor, hatta dini gelişmeye engel gibi görüyor! Gerçeği anlamak ve haksızlık yapmamak için dinin kendisinin ne dediğine bakmak gerekir. Bir insanı bile bir şeyle itham ederken onu dinlemeden karar vermek doğru olur mu?
Sonuç olarak İslam’ın inşa ve imar etme cevherinden yararlanmak için varlığı, hayatı, statükoyu meşru ve makul yoldan sorgulamak gerekir. İslam’ı gelenekle karıştırmamak gerekir. Gelenekten yararlanmak gerekir ama geleneği dinin yerine koymak doğru değildir. İslam üzerinden varlığı doğru sorgulamasını bilirsek, sorularımıza işimize yarayacak çok cevaplar alabiliriz. Buradan öğreneceğimiz kurallar, kanunlar, yol ve yöntemler dünyamızı inşa etmekte bizim için birer rehber ve yapı aşları olacaktır.
[i] (Meryem, 19/42); En’âm Sûresinin 76-81; (Enbiyâ, 21/58); En’âm, 6/71
——————–
Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN. Teşekkür ederiz.
Resim: Öne çıkarılmış görsel: https://kidim2013.wordpress.com/2014/11/05/yureklere-sevgi-tohumu-ekmek/
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)