Kültürler ve medeniyetler zamanı doğru anlama ve kendince anlam yüklemeye çalışır. Çünkü var olmak ancak zamanla birlikte anlaşılabilir ve anlam kazanır. Onun için varlığı zamandan soyulmuş halde değil, zaman boyutu içinde anlamaya çalışmak gerekir. Varlık ve zaman öyle iç içedir ki, hayat veya ömür dediğimiz şey eşyaya veya insana yüklenmiş zamandır. Bunun sonucu bir şeyin, insanın ömrü bitince, zamanı da bitmiş olur.
Eşyaya zaman boyutuyla bakamayan eksik, zaman dışı, hatta ölmüş bir şeye bakmış gibidir. Çünkü her şeyi, ona baktığımız zamandaki görünümü ve haliyle görmüş oluyoruz. Zamanı daha iyi anlamak için üç nokta-i nazardan (point of view) bakmaya çalışalım:
Bilgi, inanç ve amel (eylem) boyutu.
Yukarıdaki paragraflarda zamana bilgi boyutuyla kısaca bakmış olduk. Zamanı bilgi üzerinden anlamak, onun ne olduğunu ve nasıl davrandığını bilmekle ilgilidir. Öncelikle zaman da diğer bütün varlıklar gibi yaratılmıştır. Varlığın ve zamanın her birini bir diğeriyle daha iyi anlarız. Varlığa zaman boyutuyla bakabildiğimizde, o şeyi tama daha yakın şekilde anlamış oluruz. Mesela yeni doğan bir bebekle, onu dünyaya getiren annenin hayattaki yeri aynı olamaz. Çünkü biri henüz yolun başında, öteki ise uzunca bir yol almış, hatta belki sonun başlangıcındadır. Bir şeyin zamanının neresinde (hangi safhasında) olduğunu anlayamayan neyi, nasıl, ne zaman yapması gerektiğini tam olarak bilemez. Bu düşünceden hareketle ellisinde olana değil, genç yaşta olanları eğitmeye çok daha fazla değer yükleriz. Bu farkı idrak edemeyenin çabası boşa gidebilir.
Bir de inanç boyutuyla bakalım: Zamanın bizimle alâkalı yönünü inancımızdan yola çıkarak anlamaya çalışalım. Zaman ile nasıl bir ilişki içinde olmamız gerektiğini de. Bu bakış açısı da zamana, kendi kültürümüz, inancımız ve felsefemiz açısından bakmaktan doğar. Bu bakımdan her din, felsefe ve kültürün bir zaman anlayışı vardır. Yani her inancın zaman anlayışı diğerinden farklı olabilir: Mesela İslama göre zamanın yaratılışı gibi bir de sonu vardır. Bu kâinatın ömrüdür ve kâinat içindeki her şeyin de onun gibi bir ömrü vardır. Zamanın sona yakın kısmına da “ahir zaman” denir.
İslam inancıyla ilgili ikinci husus; insanın, kendisine verilen zamandan hesap verecek olmasıdır. Her birey, zamanını, hele gençlik zamanını nasıl geçirdiğinden sorgulanacaktır! Bu bakımdan insan, hayatta başkasından ödünç aldıkları gibi hayatının sonunda da dünyada sahip olduğu her şey gibi kendisine verilen zamanın da karşılığını alacak ve ödeyecektir. Hesap vermek, Müslüman kişi için kuşatıcı bir ilke koymuş olur ve zaman ile nasıl bir ilişki içinde olmamız gerektiğini sorgular hale getirir.
Bir Müslümanın zaman inancını, yine bu inançtan çıkardığı normlar, ilkeler, kurallar, kaideler, davranışlar ve alışkanlıklarla kendi hayatına geçirmesi gerekir. Bu bakış açısı da, zamana ameli açıdan bakmak demektir. Bu ilkelere inanan biri, çalışma alışkanlıklarını, davranış modellerini buradan çıkaracaktır.
Zamanın bizi ilgilendiren en önemli tarafı, zaman inancımız üzerinden söz söylemek, vaaz vermek veya güzel yazılar yazmak değil, bu inançtan bir hayat tarzı çıkarmaktır. Hayat tarzımız zaman ile nasıl bir ilişki içinde olmamız gerektiği hakkında esaslar ve usuller ortaya koymalıdır.
Zamana değer yüklemek, onunla hayatın her anını ve alanını ihya etmek demektir. Burada da zamana üç noktadan bakabiliriz: Geçmiş, şimdi ve gelecek açısından zaman. Geçmişi değerlendirmek ve ondan öğrenmek, şimdiki zamanı tam, doğru ve sorumlu bir şekilde yaşamak ve bir öğrenme süreci haline getirmek. Geleceğe ise her ikisinden öğrendiklerimizle hazırlanmak gerekir.
Müslüman, zamanın önemi hakkında ahkâm üretmekle avunmamalı, vahiyle bildirileni ve onunla emredilmiş olanı tekrar etmekle ne kendini, ne de başkalarını kandırmamalıdır! Zaman hakkında büyük ve genel ilkelerden tali hükümler çıkararak hayatına geçirmeye, bireysel ve toplumsal hayatı buna göre düzenlemeye bakmalıdır. Bu da ancak zamanımıza dakikalara kadar anlam yükleyerek olabilir. Dakikalarının hesabını yapmayan günlerini heba olmaktan kurtaramaz!
Zamanı eksiksiz ve doğru yaşamayla ilgili en önemli şey değer kaynaklarımız (inancımız), kültürlerimiz ve alışkanlıklarımızdır. Bir toplum gelişemiyorsa veya yanlış yöne gidiyorsa ve inançlarından da şüphe yoksa kültürüne ve alışkanlıklarına bakmak gerekir. Yazımızı; farklı kültürlerin zamanı idrak etme şekli ve alışkanlıklarıyla ilgili basit bir örnekle bitirelim:
Bir Türkle bir Yeni Zelandalı gündüz saat 10:00 – 11:00 sularında oturmuş kahve içmekteler. Kahveleri bitince Türk “sohbet”i devam ettirmek, hatta bunun için yeni bir şey içmek için teklifte bulunacakken, Yeni Zelandalı, öne geçerek:
“I can’t seat here and chat all the day,” deyip bu “keyifli an”ı sonlandırır!
Sohbette yer alan Türk, “O anda, Türklüğümden ve Müslümanlığımdan utandım!” der. “Bir Müslüman olarak zaman konusunda bilgi ve inanç sahibi olduğuma inanırdım. Ama beni bu konuda başka ırktan ve inançtan biri, bir hareketiyle terbiye etti!”
RESİMLER:
Öne çıkarılmış görsel: Michael Duva; http://www.popularmechanics.com/flight/g163/13-most-important-numbers-in-the-universe/
1 Comment
Talat YASAK
16 Ekim 2016 - 13:24I can’t seat here and chat all the day. Yeni zellandalı bunu derken bütün günümmü sohbet ederek geçiremem yada geçirmem demek istemiş asıl kasıt ise zamanı boşa harcamam harcayamam demektir.Bunu demeklede zamanın ne kadar kıymetli bir şey olduğunu ve doğru değerlendirilmesi gerektiği dersini vermiştir.Zaman geçip gidiyor öyle yada böyle ama zaman muhasebesi yapıp nasıl geçip geçmediğini bilmemiz ve gelecek günlerede bir yol çizmemiz gerekir.Bir müslümanın hayatını vahye göre düzenlenmesi ve ona göre gelecek belirlemesi gerekir ancak bazen yapabilinecek şeyler tekbaşına yapılamaz burada belirleyici olanların yardımına ihtiyaç duyuluyor.Belki valilik kaymakamlık belediye gibi devlet kuruluşlarının yanında birde sivil toplum kuruluşlarının gayreti gerekiyor.Konuyu kısaca anlatmaya çalıştım herkese selamlar Cümletten ALLAHa emanet olun