Ölçüler ve tartıların adaletli bir düzen inşa edilmesinde yeri ve bu düzeni inşa yolları

1 Comment 1666 Views

Toplum üzerine düşünmenin büyük kısmı toplumsal yapı oluştuktan sonrasını, mesela adaletsiz bir düzen kurulduktan sonrasını açıklamaya veya düzeltmeye çalışır. Hâlbuki yanlış olan bir şey insanlar arasında hayat bulup yayıldıktan sonra onu oradan çıkarıp atmak zordur. Zira yerleşik bir şeyi toplumun bütününden başlayarak fertlerin aklına, inançlarına, davranışlarına ve alışkanlıklarına girerek çıkarmak külfetli, hatta bazen imkânsızdır. İnsani ve iyi bir düzen kurmak için bu yolu izlemek yerine yanlış olanın toplumda hayat bulmasının önüne geçmeye çalışmak, hatta doğru olanı baştan yerleştirmeye çalışmak çok daha doğru bir yoldur.

Diğer taraftan sağlıklı toplum tasavvuru ve kurucu akıl, öngörüyle ve plânlayarak yola çıkmayı gerektirir. İnşa eden tepeden veya orta kattan değil temelden, temel değerlerden yola çıkmalıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda toplumsal meseleleri aşağıdan, çimköklerinden (aileden, sokaktan, siteden, bakkal dükkânından, mahalleden) başlatmayı gerektirir. Bu hakikat sosyal meseleleri fertlerden başlatmayı, hemen her meseleyi ahlâkî (etik, moral) birer mesele olarak ve davranışlardan başlayarak ele almayı zorunlu kılar.

Bu yazımızda kısa bir girişten sonra, öncelikle her şeyin ölçü ile yaratıldığı ve yaşadığı üzerinde duracağız. Sonra insana hizmet verecek bir düzenin ancak ölçüler ve tartılarla inşa edilebileceğine bakacağız. Ondan sonra inşanın ne olduğu ve erdemli bir toplumun ve iş ve ticaret ahlâkının nasıl inşa edilebileceği konusunu kısaca işleyeceğiz. Bunun ardından ölçülerin toplum inşa edilmesinde ve zihniyetlerin oluşumundaki yerini araştıracağız. Akabinde ölçüler ve tartıların bozulmasını ve bunda insanın heva ve hevesinin rolünden bahsedeceğiz. En sonunda da kısaca usul üzerinde duracak, ölçüleri ve tartıları günümüzde uygulama önerileriyle yazımızı bitireceğiz.

Bir toplumun kimlik ve kişilik kazanmasında insanın inançları, ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların karşılanma şekli (ekonomi modeli) büyük rol oynar. Ekonomi modeli için de ticaret çok büyük rol oynar. Ne var ki, ekonomide büyük belirleyici varlık ve vücut olarak ekonominin kendisi kadar, ona yön veren, hâkim olan ahlâkî ve insanî kurallar bütünüdür. Zira ekonomiyi yönlendiren veya gidişinde rol oynayanların dünya görüşleri ve ahlâkî değerleri ne ise ekonomi de o yönde seyreder, sistem haline gelir.

Bu bakımdan iktisadın, iş ve ticaret hayatının insan hayatındaki payı oldukça büyüktür. Peygamber (SAS) “Kazancın (rızkın) onda dokuzu ticarettedir” der. Bu hadis-i şerif öyle sıradan bir dini emir değil, bir sosyal yasadır. Bu bakımdan erdemli bir sosyal hayatın inşa edilmesinde insanın ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların karşılanma şekli önemli bir rol oynar. Onun için erdemli bir toplum özlemi olan tasavvur ettiği model içinde ticarete bu önemli yeri ayırmalıdır. Çünkü temiz bir toplumda kazanç her yönüyle temiz olmayı, adaleti, hakkı ve helâl olmayı gerektirir. Helâllik de ancak eksiksiz bir ahlâkî değerler bütünüyle mümkün olabilir.  İnsan hayatında çok büyük bir yer tutan kazancın temiz olması zihniyetlerin oluşumunda ve hayatın şekillenmesinde önemli rol oynar. Onun için ticaret hayatını hesaba katmayan bir zihniyet, hayatı eksik tanımlayan bir ideolojiye indirgemiş olur.

Farklı mülkiyet tasavvuru ve kazanç anlayışı, farklı ekonomik ve ticari sistemleri doğurur. Mesela düzenin birinde her türlü kazanç, insanın elinin uzanabildiği her şey meşru iken diğerinde ise, “insana eliyle kazandığından” başkası yoktur. İkinci düzende kazanılmış olanın her yönüyle temiz olması şartı arandığı gibi, meşru yoldan elde edilen kazanç eve girdikten sonra bile temizlenmeyi ve arındırılmayı gerektirir. İşte bu bakış açısı, sadece ekonomide hapsedilmiş olarak kalmaz, hayatın bütün alanlarına, alanların her birinin kılcal damarlarına kadar sirayet eder, etmelidir.

İş ve ticaret dünyasını düzenlemeden, erdemli bir toplum, sağlıklı, dengeli bir düzen kurmak mümkün olmaz. Düzenleme işi de ölçüler, tartılar, kayıtlar ve kurallarla başlar. Onda dokuzunun, hatta daha mütevazı düşünelim, yarısının düzenlenmediği bir dünyada denge kurmak mümkün olabilir mi? Zira ölçüsüz, kuralsız, kayıtsız düzen olmaz. Herkesin dilediğini, dilediği şekilde yaptığı bir yerde düzen, nizam, intizam kurulamaz. Erdemli bir toplum veya medeniyet inşa edilemez. Düzenli bir sosyal hayat için illa ki ölçüler, tartılar, ilkeler ve kurallar gerekir.

Yazılı kurallar ve yasalar da bu ihtiyaçtan yola çıkarak doğar. Bu durumda yapılanlar, basit birer ölçme, tartma yahut noterlik işi değil, bir zihniyet ve düzen kuracak şekilde bütün bir ortak hayatın insani ve ahlâkî kurallarla inşa edilmesi ve düzenlenmesidir.

Peki, ama insanın çepçevre kanunlar ve kurallarla kuşatıldığı bugünün dünyasında ölçüye ve tartıya ihtiyaç var mıdır? Bunu anlamak için üç gün süre ile hiç değilse bir günlüğüne haberlere bakmak yeterlidir. Ölçü ilmin, inancın ve ahlakın teraziden çıkmış halidir. Ölçü olmadan insanlar arasında hakkı nasıl tayin edeceğiz? Vicdanla mı? İyi ama hangi vicdan teraziden daha iyi tartacak, metrik olandan daha iyi ölçecek kadar gelişmiştir? Unutmamak gerekir ki, bir demir paranın bir yüzü insanın vicdanı öteki yüzü nefsidir. Üstelik vicdan nasıl ve ne ile eğitilip hassasiyet kazanacak? Hem de insanlar arasındaki her ayrışma “benimdir” yahut “senindir” çatışmasından ibaret değildir. Esas çatışma, “ne kadarı senin” “ne kadarı benim” uyuşmazlıklarından yani “miktar” üzerinden çıkmaktadır. İşte bir şeyin miktarı ölçü gerektirir.

Akıl, ilim, ahlâk, vicdan önce inanmakla, sonra gözle görülen ve elle tutulan âlemde eksersizlerle eğitilmeye, yoğrulmaya ve arınmaya başlar. Elle tutulmayan, gözle görülmeyen, aşkın olan, gayba ait olan dünya hayatıyla iç içe geçmemişse sözden ibaret kalır. Ölçü aramayan, teraziye ihtiyaç duymayan, tartıya dayanmayan, bütün kötülüklerin sebebi olan nefsini hakem tayin eder!

Her şeyin ölçü ile yaratıldığı ve hayat bulduğu bir âlemde yaşıyoruz

İnsan dünyası, görünen ve görünmeyen kanunlarla işleyen bir âlemde yer almaktadır. Bu haliyle kâinat yalnız varlıklar âlemi değil, aynı zamanda o varlıkların tabi olduğu bir yasalar âlemidir. Her varlık ölçüyle yaratılmış, yine ölçüyle uyum içinde ve dengede tutulmaktadır. Bu nedenle yaratılanların her birinde bir mükemmellik, güzellik ve hikmet, birimler arasında uyum ve ahenk, hatta birbirini tamamlama ve bütün bunlardan doğan bir hizmet düzeni ve denge hali vardır. Varlığın, yasalarla yaratılışına ve düzene koyulmasına kısaca bakalım:

  • Biz her şeyi gerekli ölçü ve nisbette yarattık. [i]
  • [Yarattığı] her şey O’nun katında bir ölçüye ve bir amaca bağlı kılınmıştır. [ii]
  • Her şeyi yaratan ve her şeyi belli yasalar örgüsüne göre düzene koyan O’dur [iii]

Anlaşılıyor ki ölçü, keyfi veya biz insanların bulduğumuz yahut eğip bükebileceğimiz bir keyfiyet değil, bir zorunluluktur. Var oluşun ana sütunlarından biri ve tamamlayıcısıdır. Ölçüsüz veya kuralsız bir varlık yahut var olma şekli yoktur. Ölçüler, kanunlar ve kurallar hâkim olmadan eşya ölü nesnelerden ibaret kalır veya ilk hareketiyle her biri kâinatta amaçsız bir şekilde dolaşan ve sürekli birbirleriyle çarpışan, çatışan serseri mayınlar haline gelir. İnsan dünyasında üç beş memur bile yaptırımsız hizmet vermezken devasa bir sistemde güneş, dünya, diğer gezegenler ve ay; gece ile gündüz, hava, su ve denizler, bitkiler ve hayvanlar, dağlar ve ovalar, rüzgârlar ve yağmurların her biri insanın emrine tahsis edilmiş, ölçüler ve bu ölçülerden doğan düzen içinde hizmet vermekteler. Kendilerine hâkim kılınan kurallar sayesinde biriyle diğeri arasında bir çatışma çıkmıyor, hiçbiri görevini yerine getirmezlik yapmıyor.

Bu yazı ile amacımız okuyucuya din bilgisi veya tabiat dersi vermek değil, özellikle iktisadi ve sosyal hayatta bir şeyin var olması ve devamı için kanunların, kuralların ve ölçülerin varlığını ve önemini anlamaya çalışmaktır. Kanunları ve ölçüleri bilmek, içinde yaşadığımız âlemi anlamak, onunla uyumlu halde yaşamak ve fesada düşürmemek (mesela ekosistemleri bozmamak, atmosferi zedelememek), daha sonra da doğru bir insani âlem inşa etmek bakımından önemlidir.

İnsan yaptıklarıyla (haşa!) yeni bir evren yaratmıyor. Yaratılmış olan evren içinde yaşamanın yolunu arıyor. Küçük büyük iklimler, mikroklimalar, düzenler kuruyor. Kendisini kuşatan âlemde ve ona kıyasla adeta örümcek ağları örüyor. O halde insanın bütün yaptıkları da kendisini kuşatan varlığa, âleme ve yasalara uymak zorundadır. Yoksa insan, hatta en dindarı bile kendini Rabbiyle ahmakça bir savaşın içinde bulabilir.

Bilim yapma ihtiyacımız da buradan doğar. Zira bilim olmadan ne bizi kuşatan âlemi hakkıyla anlayabiliriz, ne de ondan öğrendiklerimizi kendi âlemimizi inşa etmekte kullanabiliriz. İçinde yaşadığımız dünyadaki küçüklü büyüklü işlerimiz de böyledir ve ölçüyle yapılmayı gerektirir. Su akar, rüzgâr eser, yüksekliğin haddi, insanın, hatta milletlerin bir ömrü vardır. Trafiğin aktığı bir yola tersten giremeyiz. “Malımız” olan bir evi, herhangi bir ölçü gözetmeden yapamayız. “Evim” diye yaşadığımız yerde dilediğimizi yapamayız.

Ölçüsüz yapılan bir işin amacına hizmet etmekten çıkması tehlikesi her zaman vardır. Güneşin ateş olarak yaratılması en azından dünya ve içindekileri karanlıktan korumak ve ısıtmak için, ayın aydınlığı yansıtması dünyada geceyi zifiri karanlıktan korumak içindir. Ayın evreler halinde büyüyüp küçülmesi yahut görünüp kaybolması ise zamanın aylara bölünmesine yardım eder. Yani güneşin ve ayın belirlenen hedeflere veya amaçlara hizmet verebilmesi için her ikisine ve onları kuşatan her şeye kurallar yerleştirilmiş, rüzgâra ve yağmura ölçülerle emirler verilmiş, insana ve milletlere, varlıklarına konulan ölçülerle belli bir ömür biçilmiştir.

İnsana hizmet verecek bir düzen ancak ölçüler ve tartılarla inşa edilebilir

Kur’an’da ölçü ve tartılarla ilgili çok sayıda ayet bulunmaktadır. Cenab-ı Hakk, bu ayetlerde insanlara nasıl bir dünya inşa etmeleri gerektiği hakkında yol göstermektedir:

  • “[Bütün işlerinizde] ölçüyü tartıyı tam olarak gözetin” [iv]
  • “Ve [birbirinizle olan alış verişinizde] ölçüyü tartıyı eksik tutmayın” [v]
  • “Öyleyse [yaptıklarınızı] adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın”[vi]
  • “[Tarttığınız zaman] şaşmaz bir teraziyle tartın” [vii]

İnsan düşünür, inanır, ibadet eder, çalışır, üretir, alır ve satar. Bütün bunların sonunda elde ettiklerini kullanır, giyinir-kuşanır, yer, içer, yedirir, içirir ve infak eder. Ne var ki, bütün bu yapıp ettiklerinin büyük kısmı zincirin ortasında yer alan alım-satım halkasında (ticaret dairesinde) cereyan etmektedir. Hz. Peygamberin “rızkın (kazancın) onda dokuzunun ticarette olduğu”nu söylediğini yukarıda zikretmiştik. İşte Yüce Allah, kazancın onda dokuzunun yoğunlaştığı bu âleme de tıpkı fizik âlemde olduğu gibi ölçüler ve kurallar koymaktadır: Ölçerek ve tartarak almak ve satmak. Terazide doğruluk, tartıda adalet, ölçüyü tam yapmak, doğru terazi ile tartmak gibi:

  • “Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın” [viii]
  • “Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın” [ix]
  • “Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın” [x]
  • “İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin” [xi]

Bütün bu ölçülerden sonra elle tutulan tutulmayan, insanlar arasında yapılan bütün iş ve işlemleri her şeye teşmil etmek gerekir. Bu noktadan itibaren artık ölçme veya ölçü hayatın merkezine yerleşen temel bir değer haline gelir.

Terazi hem ölçülerde ve tartılarda kadimden (bilinmeyen tarihten) beri kullanılan bir araç, hem bu alanda kullanılabilecek teknoloji türünün temsilcisi, hem de bütün bu işlerin sonunda doğması gereken adaleti temsil eder. (Onun için de adalet teraziyle sembolize edilir) Yani terazi hem bir ölçü aleti ve aracı, hem bu alanda kullanılan teknolojinin temsilcisi, hem de ölçüler ve tartılar alanından ticaret âlemine, oradan bütün hayata yansıyan, erdemli bir hayat tarzının sembolüdür. Terazi ile sembolize edilen ticarette doğruluk ve insanların haklarının eksiltilmemesi, ölçüleri ve tartıyı da aşmakta, ölçme, dağıtım, bölüşüm, hak ve adalete, her şeyin sonunda yapılması gereken “hesaba” kadar uzanmaktadır. İnsanın bütün yaptıkları ve bütün insanlığı yaptıkları da ancak “Hesap Günü”yle son bulmaktadır!

Bir iş veya eşya varlık amacına hizmet etmek için vardır. Hakkında çok sayıda ayet gönderilen ölçüler ve tartılar mevzuunu lafa boğmadan söyleyelim: Bütün ölçüler ve tartılar insanda farkındalık, duyarlık ve hassasiyet yaratmak içindir. Bu uyarıları anlamayanlar ise, ileride göreceğimiz gibi şiddetli şekilde tehdit edilmektedir. Bütün bunların amacının ise “insanların haklarının eksiltilmemesi” olduğunu bir kenara not edelim.

O halde insanların hakkını korumak veya erdemli toplum gibi bir gayesi olan yahut Allah’ın emirlerini yeryüzünde tecelli ettirmek isteyen, her işte ölçüleri ve tartıları esas almalı, hayata yerleştirmek için çalışmalı, ölçüler ve tartıları, ne olursa olsun, hiçbir şeyle değişmemelidir. Ölçme ve tartma basite alınamaz. İnsan kendi nefsinden kaynaklananı ölçülere ve tartılara üstün getiremez. Basit olanı yapmayan, varlığı anlayamaz, atomu, hücreyi, insan vücudunu, uzayın derinliklerinde olup biteni ölçemez ve kavrayamaz. İnsanın varlığa fesat düşürmesini idrak edemez.

Şimdi yazımızın amacına gelelim ve meseleye, erdemli bir toplum inşa etme açısından bir paragrafla bakalım:

Külli irade; esasları ve ölçüleri açık bir şekilde bildiriyor.  Amacı, en küçük şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konuyor. Amaca varmak için gerekli yol ve yöntem (usul) gösteriliyor, bunun için gerekli olan araçlar tayin ediliyor. Artık insana düşen bunları hayata geçirmek, sürdürülebilir kılmak, sonra da müesses hale getirmek (kurumsallaştırmak) ve işletmek kalıyor. Erdemli bir toplum hayali olanlardan beklenmesi gereken budur.

Ne var ki, insanın yapması gerekenler, yapmak veya yapmamaktan ibaret değildir. Yapılan işte niyetten (amaç) başka, işin ne ile ve nasıl yapıldığı, yapılanın sonunda ortaya çıkan eser ve işin niteliği de önemlidir. Yüce Allah, ölçü ve tartılarda bunu da belirtiyor: “Eksiltmeyin” ve “eksik tartmayın” gibi aynı zamanda nitelik de belirten emirlerine “doğru terazi ile tartın” emriyle, sadece ölçülenin değil, aynı zamanda ölçü aracı ve cihazlarının de sağlıklı olmasını emrediyor. Bu ihtiyaç, yüzyıllar sonra bugünkü kalibrasyon (ölçümleme) sistemlerini doğuruyor.

Ama ölçüde ve tartıda nitelik hususu burada bitmiyor: İlahi hesapta (insanın anlayabileceği terimlerle) “zerre” ve “hardal tanesi”ne kadar bir hesap görme âdeti vardır. Onun için, adil ve erdemli toplum inşa edilmesinde, “miktar” başlı başına bir kavram olarak ölçüler ve değerler arasında yerini almalıdır.  İnşa edilen sistemler ayrıntıda, “bu kadarcıkla bir şey olmaz” anlayışıyla insanın nefsine veya insafına terk edilmemelidir:

  • “Onlar, insanlardan ölçüp alırken eksiksiz alırlar. Kendileri onlara ölçerek veya tartarak sattıkları zaman eksik verirler.” [xii]

Onun için eksik tartma, ölçme, kusurlu, arızalı, ayıplı mal satma, ürün veya hizmetin çeşidinde veya fiyatlandırılmasında yahut diğer unsurlarda dürüst olmamak gibi unsurlara göz kapamamak gerekir. (İki kişi arasındaki bir işlemde affetmek ayrı bir konudur, kuralı görmezlikten gelmek tamamen ayrı bir şeydir)

Bir de bizim anlayışımızla “terazi, ölçü ve tartı” anlamına gelen, gerçekte ise insan aklının keyfiyetini idrak etmekte aciz kaldığı, mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsü olarak tanımlanan “mîzân” vardır. Ayet diyor ki;

  • “Allah, hak olarak Kitab’ı ve mîzân indirendir.”

Öyle ki, artık inananlar ölçülerin ve tartıların ne kadar önemli bir mesele olduğunu görüp anlasınlar.

Bu emirlerden anlaşılıyor ki gençler, düzen veya adalet adına kasaba ideolojileri peşinden koşmayı bırakarak insana ve insan üzerinden Hakk’a hizmet etmenin doğru yollarını seçmiş olsunlar. Çünkü basit gibi görünen bir ölçme veya tartma işi, Kıyamet Gününe kadar insanlar arasından geçerek Hesap Meydanına dökülen nehre akıtılan bir damla su gibidir! Artık insan o nehrin aşağı kesimlerinde, denize döküldüğü yerde neyi bulmak istiyorsa, onu katsın veya onun için çalışsın!

Tavsiye edilen ölçüler ve tartılar düzeninin diğer unsurları da var: Hiçbir önemli işin yaptırım olmadan yürümesi beklenmez. Onun için bütün iş, işlem, sistem ve düzenlerin sonunda yaptırım ve yargı müessesesi vardır. Bu bakımdan bir ülkede bütün bir nizam yasama, yürütme ve yargı sırası içinde işler. İşte ayetlerde insan, yaptıkları üzerinden uyarılıyor, hatta tehdit ediliyor:

  • “Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline!” [xiii]

Esasen, bir işte izleme-değerlendirme, onun da sonunda tamamlayıcı (ödül-ceza boyutu) olmadan sistem tamamlanmış olmaz. Yüce Allah da ölçülere ve tartılara uymayanları yani “insanların haklarını eksiltenleri” cezalandıracağını “kuşatıcı bir günün azabıyla” tehdit ediyor! O halde erdemli toplum hizmetinde bulunanların sistemlerini, ödül-ceza sistemlerine varıncaya kadar tam ve eksiksiz inşa etmeleri gerekiyor. Sözle yahut Allah’ın ayetlerini tekrar ederek ne kişi kemâle erer, ne de dünya hayatı düzen bulur. Şairin dediği gibi “söz dediğin hava kabarcığıdır” ağızdan çıkar veya ekrandan aşağı akar, uçar gider. Erdemli toplum emeli olan, medeniyet bulmak isteyen, medeni hayatı bütün unsurlarıyla inşa eder.

  • “Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız.” [xiv]

Ölçüler ve tartılar sadece bu alanla ilgili kimseleri değil, hem şahısları, hem de bütün toplumu ilgilendirir ve sosyal sorumluluk yükler. Yüksek insani doktrinlere göre insan yaptıkları ve yapmadıklarından başka başkalarının yaptıklarından da sorumludur. İki sorumluluk arasında derece farkı olmakla birlikte, insan kendi sorumluluğunun devamında başkalarının yaptıklarından veya yapmadıklarından da hesaba çekilecektir! Esasen bu noktadan bakmak insanın yararınadır. Çünkü iyi veya kötü bir adet bir toplumda yayıldığında sonunda herkesi, hiç değilse çoğunluğu etkileyecekse, insan, kötü bir uygulamadan dünyada etkilenecek ve ahirette hesaba çekilecekse onu görmezlikten gelmesi ne kadar akıllıca bir davranıştır? Öyleyse insanın sorumluluğuna bu gözle bakması gerekir. Aralarında livatacılık yahut ölçü ve tartı bozgunculuğunun yaygın olduğu toplumlarda bu kötülükleri herkes yapmadığı halde hepsinin birlikte helak edilmelerinin sebebi bu yüce sorumluluk doktrinidir.

İnşa nedir, erdemli bir toplum ne ile inşa olunur, nasıl gelişir?

Her toplum kendi değerleriyle gelişir. Duran veya yatağında cazibeyle akan bir suya hareket kazandırarak veya önüne baraj yaparak hayat elde etmesi gibi değerlerinden ortak emeller, hedefler, amaçlar çıkararak onları gelişme dinamiklerine dönüştürür ve hayat elde eder. Kimi toplumlar için bireylerin zenginliği, kimileri için kan bağını veya dili üstün tutmak, kimileri için devleti güçlü kılmak veya genişlemek, başka bir toplum için de iyilik yapmak veya iyiliği yaymak gelişme dinamikleri olabilir.

Erdemli toplumlar için iyi, doğru ve güzel işler yapmak, merhamet etmek, insan ilişkilerini iyileştirmek, insanların canını, malını, izzet ve iffetlerini korumak, yoksulları doyurmak ve korumak, emniyet ve güven tesis etmek, ölçülerin ve tartıların, sonunda adaletin hâkim olduğu bir düzen inşa etmek gelişme dinamikleri arasında yer almaktadır.

Mesela hayatın bir gerçeği olarak kazancın onda dokuzu ticarettedir. Bir değer olarak kazanç helâllik ve ahlâk gerektirir. Demek ki ahlâkın, helâllerin ve haramların da onda dokuzu ticarettedir. Yani düzen, nizam, intizam kurmak isteyen, nihayet huzur arayan hayatın en az onda dokuzluk bu tarafını emin ellerle inşa etmelidir. Atalarımızdan kalanla, çıkma parçalarla yahut başka kültür veya medeniyetin malzemesi veya usulleriyle ahlaki bir ticaret düzeni kurulamaz.

Bir coğrafya hâkim değerler sistemi (paradigma, din, felsefe) tarafından imar ve inşa edilir. Bir Hristiyan ülkesinde Hristiyanlık, İslam ülkesinde İslam, Çin’de ülkeyi kendi felsefesi inşa ve imar eder. Bu durum genellikle kendi değerlerini herkese dayatma hakkı olarak anlaşılır veya dikte edilir. Hâlbuki hâkim olanın öncelikle imar ve inşa etme görevi vardır. Hatta imar veya inşa etmemişse, hâkim olma hakkı ve yeteneğini kaybetmeye başlar. Maalesef Müslümanlar kendi iklimlerini imar veya inşa edemiyor. Geçmişi taklit etmeyi inşa zannediyorlar. Geçmişi taklit, inşa olmadığı gibi Batıyı taklide kapı açıyor, bir yönüyle meşruiyet kazandırıyor. Ayrıca inananların yeteneklerini ve insani yaratıcılık melekelerini köreltiyor. İmar ve inşa görevini dindarlıkta önde olduğunu zanneden kesimlerin yapmaları gerekiyorken, onlar çarpılmış bir hayat anlayışıyla sadece kendilerini kurtarmak gibi bir bencilliğe mahkûm olmuş, kendi ceplerine çekilip kistler haline gelmiş durumdalar…

Toplumlara çeşitli şekillerde etki altına alınabilir. Baskı veya korkuyla, üst sınıflarını, kaynaklarını ve yöneticilerini ele geçirerek, başka milletlere hâkim olma duygusuyla, milletleri bölüp birbirine düşürerek veya erdemli (faziletli) bir hayat tarzı inşa ederek. Elbette bunlar arasında makbul olanı erdemli bir hayat tarzı inşa ederek olanıdır.

Her toplum, yine ortak değerlerinin gerektirdiği usulle (metodoloji) inşa edilir. Erdemli bir toplum yukarıda saydığımız değerleriyle uyumlu şekilde aşağıdan (fertlerden), gönüllü olarak, sevdirerek, kendisinden daha çok başkaları için, esasında toplumun bütünü için çalışarak, aldatmadan ve aldatılmadan, insanlara ait olanı eksiltmeden, yoksullara elini uzatarak ve kolaylaştırarak inşa edilir. Toplumsal gelişme dinamikleri konusunda daha fazla bilgi için lütfen “Erdemli toplum gelişme dinamikleri: Müslüman toplumlar ne ile hayat bulur, nasıl gelişirler?” yazımıza bakınız.

Ölçüler, tartılar ve iş ve ticaret ahlâkının inşa edilmesi

Medeniyetin mayası ahlâktır. Medeniyetler insani ve ahlâkî değerlerle inşa edilir. İslam, Batı, Hint, Çin, bütün büyük medeniyetlerin tohumları, her birinin kendi değerler sisteminden doğar.

Her bir ahlâk sistemi bir değerler ve kurallar dizisidir. Dosdoğru olmak, aldatmamak, güvenilir olmak, güvenilir toplum inşa etmek, insana çalıştığından başkasının olmaması, iki günü eşit olmamak, veren el olmak temel insani değerlerdendir. Aynı şekilde can ve mal emniyeti olmak, sözüne, sözleşmesine (akdine), ahdine sadık olmak, yapamayacağı şeyi vaat etmemek, helâl kazanç aramak, zarar vermemek, çalışmayı temel değer bilmek.

İş ve ticaret ahlâkının inşa edilmesinde yapı taşı olabilecek diğer bazı değerler de şunlardır:

Ölçüleri ve tartıları hayatın bütün alanlarına yerleştirmek, çalışanın hakkını tam ve zamanında ödemek, fiyatlara gayri meşru yoldan müdahale etmemek, kendi mal veya hizmetini yalan söyleyerek övmemek, başkasına ait olanı kötülememek, stokçuluk (ihtikâr) yapmamak, kazançta şüpheli hallerden sakınmak, toplumun bütünü için şüpheli ve sakıncalı ticareti men’etmek ve nihayet altın kural:  Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamak!

Bir işi başlatmak için az sayıda evrensel değerlerin varlığı yeterlidir. Değerlerin varlığı elinde tohum yahut maya olmak gibidir. Elde olandan hayat çıkarabilmek milletlerin maharetine, toplum ve toplulukların yeteneklerine kalmıştır. İş ve ticaret ahlakını inşa etmeye bir yerden başlamak gerekir. Ölçüler, tartılar ve yazılı-kayıtlı ticaret hayatı işe başlama yerlerinden biri olabilir. Başlatma yeri ve zamanı bazen de ülkenin şartlarına bağlıdır. Herhalde halkın şikayetinin veya en çok ihtiyacının olduğu yerler bir akım başlatmak için uygun yerlerdir. Kolaydan zora doğru gidilebilecek yaklaşımlardan biri, insan nefsinin daha az baskın olduğu yerlerden başlamaktır. Değerlerden yola çıkmak da başka bir yaklaşımdır.

Doğruluk da her zaman elde olması gereken güçlü bir dinamik ve değer yargısıdır. Doğruluğa her zaman ve her durumda değerler hiyerarşisinde yüksek bir yer vermek gerekir. “2018 Türkiye İş Ahlâkı Araştırması” sonuçlarına göre iş dünyasında en çok rastlanan iş ahlâkı sorununun “yalan söylemek” olduğu tespit edilmiştir. Yalan söylemek ve aldatmak sosyal dokuya girmiş güve gibidir. Toplumsal örgüyü yemeye ve çürütmeye başlar. Ne var ki doğruluğun inanmaktan ibaret kalmaması, meyvelerini vermesi için insanın davranışlarında ve dış âlemde tecelli etmesi gerekir. İşte ölçüler ve tartılar bir bakıma doğruluk tohumlarının toprağa ekilmesi, filizlenmesi, zihinden ve kalplerden dış âleme sirayet etmesi gibidir. Böylelikle doğruluk insanlar arasında, gerçek alemde paylaşılan büyük bir ortak değer olur, orada hayat bulur ve hayat verir.

Yine, hile ve aldatma insanlar arasında güvensizlik sebebidir. Hâlbuki güven, toplum olmanın ilk şartlarındandır. Bu bakımdan denilebilir ki iş, yönetim ve ticaret hayatı başıboş bırakılamaz. Hayatın bu kısmının da kurallar, ilkeler ve ölçülerle düzenli tutulması, yani insan eliyle inşa edilmesi gerekir. Ölçüler ve tartılar da iş ve ticaret ahlâkının ilk yapı taşlarıdır. Ölçülerde ve tartılarda her boşluk, yokluk, eksiklik veya kuralsızlık hatta belirsizlik toplumsal dokuda bir ipliğin kaçması, her aldatma bir düğümün çözülmesi demektir.

İş ve ticaret ahlâkı, sadece soyut inançlarla, insan gönlünde kalmakla inşa edilemez, telkinle gelişemez. İnsanın içi, manevi alemi gibi dış âlemi de ilkelerle, kurumlar, teknikler, tüzel kişilikler ve uygulamalarla düzenlemek, ahlâkî kurallarla beslemek gerekir. Dünya hayatını kötülemekle, fildişi kulelere çekilmekle, şiirle, edebiyatla, eskileri hikâye etmekle ticaret hayatı doğrulmaz, düzen kurulamaz. Bu disiplinlerin erdemli bir düzen inşa etmekte faydası gerçek hayatta tecelli ettikleri kadardır.

Ayrıca doğruluk, ölçüler, tartılar ve yazılı kurallar, ortak bir hayat tarzının oluşmasına doğrudan sermaye olur. Helâl ile haramın tefrik edilmesini kolaylaştırır. Onun için doğruluğun ölçüde, tartıda, pazarcı terazisinde, mısırın, buğdayın neminin ölçülmesinde, bir elektrik-elektronik alette, elektrik, su ve doğalgaz sayacında hayat bulması ve bütün bunların toplum tarafından paylaşılan ortak akıl ve ahlâk haline gelmesi gerekir. Bu da ancak ölçüler ve tartılar gibi belli ve açık hükümler bulunan bir yerden başlamakla mümkün olabilir.

Ölçülerin ve tartıların toplum inşa edilmesinde ve zihniyetlerin oluşumunda yeri

Ölçmek, ele alınan bir şeyin büyüklüğünü, boyutlarını, uzunluğunu, ağırlığını, miktarını, yoğunluğunu ve diğer yönleriyle özelliklerini tespit etmek demektir. Uzunluk, ağırlık, kütle, zaman, yoğunluk, ses, ısı (sıcaklık), ışık, nem, şiddet, derinlik, genişlik, elektrik akımı (amper), ultraviyole ışınlar, kimyasallar, mineraller, vitaminler, enzimler, faydalı ve zararlı besinler, bildiğimiz ve bilmediğimiz diğer haller, hâsılı hemen her şey kendi varlığıyla veya insanla olan münasebetinde ölçü iledir.

Miktarı bilme arzusu ve insanların haklarının eksiltilmemesi gibi ölçmenin kazandırdığı şeylerden biri de zaman şuurudur. Zaman şuuruyla insan zamanın değerini anlama, her işe göre zamanı takdir etme, kendisinin ve başkalarının zamanını azaltmama, hatta çalmama gibi melekeleri de gelişir.

Ölçüm sadece eşya için değil aynı zamanda bir işi ve süreci tanımak için de gereklidir. Aynı zamanda eşyayı ve olayları daha iyi tanımaya ve daha kolay nüfuz etmeye yardımcı olur. Bir işin veya eşyanın diğer şeylerle kıyaslanması, onlara göre derecelendirilmesi imkânını verir. Bu durum yapılan işte doğruluğa yaklaşmayı ve tercihte bulunmayı kolaylaştırır.

Diğer taraftan ölçme insanın yalnız dış dünyasını değil, iç dünyasını da etkiler. Bir şeyi ölçme, tartma ve kaydetme faaliyetleri yalnız kendileri olarak kalmaz, bunları yapan zihni de geliştirir. Onun için ölçenle ölçmeyen hiçbir zaman bir olmaz. Kilo ile tartanla, gramla tartan arasında yahut bir yeri adımlayanla metre ile veya milimetre ile ölçen arasında büyük fark vardır.

Ölçme toplumsal yapılanmayı da etkiler. Ölçüler, tartılar ve kayıt sistemleri, ortak değerler olarak sosyal dokuların oluşması için gerekli olan iplikler,

Teşekkür-Thank you: https://pixabay.com/illustrations/lawyer-scales-of-justice-judge-450205/

bağlar, lifler, dikişler ve düğümler gibidir. Sosyalleşmeyi ve toplumsallaşmayı geliştirir. Ortak aklı arttırır, birliği pekiştirir.  Ortak bağları olan bir toplum inşa edilmesinin yollarını açar. Bunlardan ortak kurallar, ilkeler, standartlar ve davranış modelleri çıkar ki, bu da sosyal dokuyu zenginleştirir ve daha istikrarlı olunmasına yardımcı olur.

Ölçüler ve tartılar, farklı kesimleri, mesela alanla satanı benzeştirir ve yakınlaştırır. Üstün durumda olanın (genellikle satanın) keyfi hareket etmesini, toplumda cari olan ölçüler oranında azaltır. Haksızlıkların önünün alınmasını kolaylaştırır. Bu alandaki her kayıt, sözleşme, mutabakat metni, belge, ölçü, standart ve yasa ortak davranışı teşvik eder, sosyal zihniyetin inşa edilmesinde yapı taşı rolünü oynar.

Ölçüler ve tartılar, aynı zamanda ortak değerleri arttırır ve güçlendirir. Bir kültür ve medeniyet kendi coğrafyası dışında bir coğrafyaya ölçüleri ve tartılarıyla gider veya gittiği yerin ölçülerini alır. Ne var ki alan, aldığı oranda diğerine benzemeye başlar.

Ölçüler ve tartıların bozulması ve bozguncuların söz sahibi olması

Bir nizam veya âlem tasavvuru olanın mefkûresinde ölçüler, tartılar ve iş ahlâkına bir doktrin değerinde yer vermesi gerekir. Geçtiğimiz elli-yüz yılda ideolojiler, başlangıçta ahlâkî sebeplerle başlamalarına rağmen, güç, iktidar, mağduriyet ve fütuhat fikirleriyle gençleri ifsad ettiler. Öyle ki, umum insanların (toplumun. milletin) yararına diye yola çıkan gençler, bir taraftan külli iradenin koyduğu ölçüleri bilmediklerinden, diğer taraftan ölçüsüz bir hayatın gerçekleri ile güç ve zenginliğin saptırmasıyla ileri yaşlarda bozgunculara dönüştüler.

Bugün mevcut dindar oluşumlar arasında ölçüler ve tartıların yerleştirilmesinde öncülük edebilecek herhangi bir grup yoktur. Hatta onların özlemini duydukları toplumun inşa edilmesinde ölçüler ve tartıların değerini anlayabilecekleri bile şüphelidir. Şunu da biliyoruz ki, kendi cemaat ve camiaları içinde yapılan işlerde pek de ölçü aramaz ve gözetmezler. Onun için burada anılan değerleri hayata geçirebilecek yeni bir anlayışa, oluşumlara, usullere ve genç beyinlere büyük bir ihtiyaç vardır.

Erdemlere dayanan bir düzen temenni ile çocuksu iyimserlikle, kasaba ideolojileriyle değil, ölçüler, tartılar, kurallar ve kanunlarla kurulur. Bazı durumlarda ölçüsüzlük öyle şaşırtabilir ki, ölçü ve tartı nedir bilmeyenler, hatta ölçüleri ve tartıları bozanlar bile düzen vaadiyle insanların önüne düşebiliyor. Hâlbuki ölçüyü ve tartıyı bozanları Yüce Allah (C.C.) “bozguncular” (düzen bozucular) olarak niteliyor:

  • “Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.” [xv]
  • “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” [xvi]

Kuralsız düzen kurulamayacağı gibi, kuralsızlığın yaygınlaşması, ölçü ve tartı hassasiyetinin azalması yahut kaybolması kendi sonuçlarını da doğurur, kurulu düzenleri bozar. Cenab-ı Hakk, ölçü gözetmeyenlere, tartıyı, teraziyi bozanlara “bozguncu” diyor. Şimdi, bir düzenin, nizamın ne kadar ateşli taraftarı olursa olsun, ölçü gözetmeyene düzen kurucu denebilir mi! “Bozguncu”lar düzen, nizam kurabilir mi? Kurarlarsa kurdukları düzenin adı ne olur? İnsanlara huzur getirebilir mi?

Böyle bir düzende ölçü ve tartılarda düzensizlik,  ticarette hilekârlık artar, insan ve insan ilişkileri bozulur. Ekonomik ve sosyal denge avantajlıların lehine bozulur. Zira sebebi ne olursa olsun, güç sahiplerinin kendi aleyhlerinde olan bir durumu kabullendikleri görülmemiştir. Onun için kesimler arasında bir dengesizlik varsa, ölçüler ve adalet hâkim değilse, bunun güçlü olanların lehine bozulması çok daha kuvvetli ihtimaldir. Bütün bu kötü hallerin sonunda düzen, denge, nizam değil, insani açıdan sürdürülemez bir düzensizlik hali ortaya çıkar. Onun için bir toplumda, ahlâkî değerlerin, ilkelerin, kuralların ve bunların gerektirdiği davranış modellerinin inşanın başından itibaren yer alması gerekir. Bir düzen, kurum veya müessese kuralsız başladıktan sonra gün geçtikçe ona kural yerleştirmek zorlaşır. “Hele bir zengin olalım, iktidar olalım, ahlâkî olanı, adaleti sonra düşünürüz” varsayımı, sadece kurulu düzenden zarar görenler için değil, asıl kurucular için bir zehirdir. Ölçü ve tartı gözetmeyen bozguncuları rehber edinmekle erdemli toplum olunamaz.

Ölçüler, tartılar ve bir işin, yerin veya düzenin adalet bulması

Her hesabın, problemin, modelin, düzenin bir sonucu ve sağlaması vardır. Yargı ve yargı sonunda adalete erişmek insanların kurdukları düzen ve nizamın teste tabi tutulduğu ve sonuçlarının tecelli ettiği yerdir. Bir işten polise, jandarmaya veya yargıya yansıyan vakaların sayısı, o işin doğruluğu, yerindeliği ve sağlığı hakkında gerçek durumu gösterir.

Ne var ki; buralara intikal eden bir işin hakkaniyet ve adaletle neticelenmesi de yine o işin içinden gelen ölçüler, tartılar, belgeler ve şahitlere bağlıdır. Mesela bir anlaşmada taraflar yer, zaman, miktar, bedel belirtmemişlerse, belge ve şahitler yoksa iş kendi sahasında yürümediği gibi yine bu girdiler olmadan mahkemenin de adil bir karar vermesi beklenemez. Zira tanık, kanıt ve belge yoksa hâkim ancak takdir hakkını kullanacaktır.  Zorunlu sebep olmadıkça hiçbir takdir, ölçülerin ve insanların ortak hizmetinde olan kuralların yerini tutmaz.

  • “Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın” [xvii]

Bir işte adalet, yukarıdaki kuralda görüldüğü gibi mahkemeden çok önce insan davranışında tecelli etmelidir. Sonra rehber niteliğindeki ortak kabullerde, ondan sonra müesseselerde veya sektörlerde, en sonunda yargı sisteminde vücut bulmalıdır. Bu da kuralların ve ölçülerin yerleştirilmesiyle, kurallı yönetim ve denetimle mümkün olur. Liyakat niteliğin bilinmesi ve değerlendirilmesiyle, denetim ise nitelik ve nicelik olarak ölçülenin yargıdan önce müşahede altına alınması, analizi ve değerlendirilmesiyle olur. Nicelik, nitelik, liyakat, değerlendirme, denetim, adalet, hepsinin altında da ölçüler, yerleşik kurallar, alışkanlıklar ve davranışlar yatar.

İskeleyle adalet kurulmaz. Adalet kırk basamaklı merdiven gibidir. Hatta o kırk basamağın sonunda yer alan basamaklarda tecelli eder. Aşağısı ahlâk, yukarısı yargı, meyvesi adalet veya zulümdür! O basamaklar da hiçbir işte hazır değildir, inşa edilmeleri gerekir. Onun için aşağıdaki basamakları çıkmadan (aşağıyı inşa etmeden), adalet evine çıkılamaz. Aşağıdan yukarıya insanın öncelikle öğrenmesi, inanması, inandığına uygun davranışta bulunması, yaptığını alışkanlık edinmesi ve tekrarlayarak sürdürmesi gerekir. Başkalarının da yapanla aynı yolda olması, aralarında ortak kuralların belirmesi, adâplar ve kurallar dizisinin çıkması, onların da yasalara dönüşmesi gerekir. Yani başta bir söz veya bir kilo unun yerli yerine konması, sonuncusu ise son mahkemeden çıkan son karardır.

İşlerini gelişigüzel yapan, plân yapmayan, ölçü nedir bilmeyen, hesap vermeyen ve sormayan, defter tutulmayan bir düzenden adalet çıkmaz. Biri size hesapsız kitapsız (kayıtsız) veya ölçüsüz düzen ve denge kurulabileceğinden yahut adalet bulunabileceğinden bahsediyorsa onun aklından veya ahlâkından hatta bazen her ikisinden şüphe edebilirsiniz. Zira ölçüsüz ve hesapsız düzen, denge ve adalete ulaşılamaz, iskele bile kurulamaz.

Adalet dinlerin, milletlerin ve ümmetlerin en büyük ortak paydası, devletin gayesi, en büyük devlettir. Öyle ki, insanın en büyük emelinin vücudu devlet, gayesi adalettir. Ne büyük coğrafyalara hâkim olmak, ne zaferler kazanmak, ne de dünyanın yedi harikası, insan yeryüzünde adaletten daha büyük bir eser bırakmamıştır. Ama adalet tepeden inerek, güç ve kuvvetle değil, aşağıdan tuğla tuğla (davranışla) inşa edilir. İnsanın varlığının, sağlığının, insanlık onurunun, hakları ve hürriyetlerinin korunmasının tedbirleri, kendi hakları olan şeylerden yoksun bırakılmaması, aldatılmaması, hayvanların ve ormanların korunması ve bunlar için gerekli olan ölçüler, tartılar, kurallar, ilkeler, yasalar, standartlar, kıstas ve kriterler de yine adaleti inşa faaliyetinin tuğlalarıdır.

İnsan vicdanı ve nefsiyle (heva ve hevesi) vardır. Nefsin vicdana baskın gelmemesi için birbirleriyle uyumlu değerler sistemiyle yaşaması gerekir. Ölçmek ve tartmak da temel değerlerdendir, heva ve hevesin rakipleridir. Ölçüler, tartılar ve kayıtlar, keyfiliği ve bundan doğacak haksızlıkları ve çatışmaları azaltır, hukuku mecburi istikamet yapar. Ölçülerle inşa edilen düzen ve nizam adaletin yolunu açar.

Eşyayı ve insanın fiillerini ölçmeyen, kıymetlendirmeyen bir kültürde ölçü de, adalet de gelişmez. Ortak değerler ve düzenleyiciler geliştirmeden, kayıtlar, tartılar, ölçü birimleri, standartlar olmadan adalet dağıtmak mümkün olmaz. Ölçü bilmeyenin, hesap kitap yapmayanın, kayıt tutmayanın adaleti olmaz. Ekonomi ve finans gibi bilim dalları başta olmak üzere birçok alanda tezleri olan, Oyun teorisi (Game theory) üzerine çalışmalarıyla tanınan, Nobel ödüllü John Nash “İyi matematik bilmeyen toplumlarda adalet olmaz” der. Ünlü filozofun bu sözünü ilk duyduğumda matematikle adalet arasında bir bağ kuramamıştım. Hâlbuki matematik toplama, çıkarma ve bölmeden çok öte, ölçü, tartı, hisse, pay, oran, hak, hesap, sağduyu, objektif olmak, bir işin ortasını bulmanın yolu ve aracıdır. Yani matematik, işlemlerin ötesinde bir zihniyet ve akletme şeklidir. Filozofların çoğunun matematikçi olmaları tesadüf değildir. Hiçbir insan, ihtilaf halinde, bir matematik problemi yahut denklem kadar doğruya yakın, açık, net ve mütevazı bir çözüm sunamaz.

Ölçüler ve tartılar gibi matematik ve adalet de aklı arttırır. Aklının keskinleşmesini isteyen ölçüden, tartıdan ve adaletten ayrılmamalıdır. Zira adalete ancak Allah’ın âdeti (Sünnetullah), Resulünün sünneti, eşyanın tabiatı, doğruluk, vicdan ve hak basamaklarıyla çıkılır! Bunların her biri aklın yeni akıllar alacağı, hisse yükleneceği duraklardandır.

Ayrıca matematiğin (hesap yapmanın) kazandırdığı analitik düşünme yeteneği, işlerimizi çuvala doldurarak değil; ayırt ederek, her birini tanımlayarak, sebeplerini ve sonuçlarını ortaya koyarak ve diğerleriyle aralarındaki ilişkiye göre sınıflandırarak düzenlemekle bir akletme yolu doğurur. Matematikte bir denklemden bir unsurun keyfi olarak çıkarılamayacağını; dışarıdan bir şey eklenemeyeceğini öğrenen, insan hakkıyla ilgili bir mevzuya da keyfi olarak ekleme-çıkarma yapılamayacağını öğrenir. İnsanlar sadece elma ile armudun toplanamayacağını bilselerdi, dünyada çok şey iyiliğin lehine değişirdi. Adalet zihniyeti işte böylece ölçülerden başlayarak bir zincirle vücut ve hayat bulmaya başlar.

Ölçüler ve tartılarla işleyen bir düzen inşa edilmesinde usul veya yaklaşım

Bütün bunları anlatmaktan maksadımız “Hesap Görücü”nün emirlerini nakletmekle yetinmek değildir. Gayemiz ölçüleri ve tartıları yalnızca ticaret yapanları ilgilendiren yahut devlete havale edilecek bir mesele olarak almak da değildir, olamaz da. Bu yazıdan esas maksadımız ve meseleyi bu şekilde ele almakta amacımız “insanların haklarının eksiltilmesinin” önüne geçilmesidir. Okuyanların bu ulvi gayeyi üstlerine almaları, buradan kendilerine bir vazife çıkarmaları, buna göre piyasalar, müesseseler ve düzen kurmaları, kurdukları düzeni bozanları da kendilerinin hayat tarzına tehdit kabul etmeleri ve önlemeleridir. Bu, kötülükleri önlemenin yollarından biridir.

Kurucu aklın, uygulamadan önce ölçüler ve tartılar hakkındaki emirlerden bir düzen kurma bilgisi ve usulünü de öğrenmeleri gerekir. Öyle ki ölçüleri ve tartıları yerleştirerek düzen kurabilsinler. Kurdukları düzeni sürekli izleyebilsin ve tekamül ettirebilsinler. Bir yerde iyilikleri yerleştirmek isteyen iki sünnetten de yararlanmasını bilmelidir: Sünnetullah (Yüce Allah’ın yaratma adeti) ve peygamberin sünneti. Kendi usulünü bilmeyen, başka kültür ve medeniyetlerin usulüyle yol yürüyen onlara benzer. Ölçüler ve tartılar zihniyeti inşa etmenin yolu insandan, mahalle ve sokaktan başlamaktır. Usul olarak aşağıdan, çimköklerinden inşa etmek gerekiyorken tepeden inerek, sadece kanunlar ihdas ederek, kolluk kuvvetleriyle iyilikler yerleştirilemez. İmam Maturidi; “Adalet her şeyi yerli yerine koymak, her hakkı sahibine ulaştırmaktır” der. İnsan düzen kurmak ve eliyle inşa ettiği düzende huzur bulmak istiyorsa, başkasından önce kendi nefsinde adalet bulması gerekir. Toplumun fesada uğramasının en büyük sebebi insanın kendi nefsine-hevasına göre davranmasıdır. İnsanın heva ve hevesine uyması, keyfi davranması sadece helâllerde ve haramlarda yahut değer yargılarına tabi işlerde değil, hayatın her sahasında olabilir. Bir yerde şehir kurmak, ev veya av yapmak, yol açmak, insanlar arasında hak taksimi yapmak, yasa çıkarmak, her şey…

Onun için bir işin sadece yapılmış olması yeterli değildir. Aynı zamanda işin amacına, hedefine, kendisini kuşatan âleme (bulunduğu ortama), kıyas konusu olabileceği ve birlikte çalışacağı şeylere göre ölçüler ve kurallarla yapılması gerekir. Erdemli bir toplum yahut adalet düzeninin inşa edilmesi için bu genel usulü (yol, yordam) ortaya koyduktan sonra şimdi bu metodoloji akılda tutularak yapılabilecek çalışmalara pratik bir açıdan bakabiliriz.

Ölçü ve tartılarda tarihimizdeki düzenlemelere de bazı örnekler verelim:

Mesela günümüzde buğday, arpa, mısır, yulaf, çeltik ve soya fasulyesi gibi ürünlerdeki nemi ölçmek için tahıl nemölçerler kullanılmaktadır. Bunun insanlığa miras kalan ilk ve meşhur örneği sünnettendir:

-Hz. Peygamber zaman zaman çarşı pazarı gezer, denetler ve esnafa iyi tutum ve davranış örnekleri gösterirdi. Muhtemelen yine denetleme amaçlı bir pazar yerini gezerken buğday satan birini görür. Elini buğday yığınının içine daldırır ve içerideki buğdayın ıslak olduğunu farkeder. Satıcıya bu ıslaklığın sebebini sorar. Adam, yağmur yağdığından buğdayının ıslandığını söyler. Hz peygamber, peki ıslak kısmını üste koysaydın da alıcılar fark ederek alsalardı ya, buyurur. Arkasından, erdemli toplumun mayası olan şu meşhur sözünü söyler:

  • Bizi aldatan bizden değildir.

-İslam tarihi boyunca bu denetimler devam etmiş, giderek müesses hale gelmiştir. Mesela bunlardan, İslâm toplumlarında bir kasaba veya şehir halkının şer’î emir ve yasaklara uymasını sağlamakla görevli olarak çarşı ve pazarı kontrol eden, ticârî dâvâlara da bakan bir müessese doğmuştur: Muhtesiplik. “Hesap, tedbir, mükâfat” kelimelerinin anlamlarından doğan bu müessese zaman zaman muhtesip, ihtisap ağası, ihtisap emîni, şehremîni gibi değişik isimler almıştır. Müessese, Hz. Ömer’in Mekke ve Medine’ye muhtesip tayin edilmesiyle hayata geçer.

-Ölçüler ve tartılar, iyi ameller ve davranışları geliştirir, iyilik ve doğruluk değerlerini davet eder. Hayat buldukları alanlarda âdabın gelişmesine öncülük eder, yardımcı olur. Medeniyetimizin iklimlerini yüzyıllarca iyilik bağlarıyla birbirine bağlayan ahîlik, doğuşu itibariyle davranış modellerine ve âdaba dayanır. Ahîliğin bize öğrettiği çok şey vardır: Ölçüler, tartılar ve kayıtların yerleştiği bir toplumda ticaret adabı tekâmülle, yavaş yavaş gelişir. Alış veriş yapma, tartma ve ölçme adabı, borç alıp verme adabı, diğer esnafa ve müşteriye karşı davranış, şahitlik adabı, satıcılık adabı ortaya çıkar. İstanbul’un fethinden sonra, bir Osmanlı esnafının kendisinden alış veriş yapmak isteyen birini komşusuna yönlendirmesi birden bire değil, uzun süren bir inşa sonucu vuku bulacak şeylerdendir.

Ölçüleri ve tartıları günümüzde uygulamanın imkânı var mıdır, uygulama yolu nedir?

Toplum durağan değil, kendisi ve çevresiyle sürekli etkileşim ve değişim içinde bir var olma şeklidir. Onunla birlikte ölçülmesi ve tartılması gereken şeyler, ölçmedeki incelikler ve ölçmenin araçları, hatta ölçme zihniyeti bile sürekli değişkenlik gösterir. Bu durumda ölçme ve tartmayı her dönemde yenilemek, iyileştirmek veya yeniden yerleştirmek için sürekli bir çalışma içinde olmak gerekir. Bu yapılmazsa, kalplerinde bozukluk olanlar, yeni çıkan her işte toplumun diğer üyeleri daha uyanmadan hilelerini hayata geçirir, hiç değilse toplum uyanana veya o konuda yasalar çıkana kadar insanları aldatmaya devam ederler. Hatta ellerinde güç varsa, “insanların haklarını eksiltmeyi” önleyecek yasaları bile çıkarttırmazlar. Zamanımızda yaşayanlar için bu güç odaklarının, lobilerin varlığını ve gücünü düşünmek hiç de zor değildir.

Ne var ki erdemli bir toplum düzeni inşa etmek için fıkıh, kelâm gibi klasik ilimlerle beraber ve onun yüzlerce kat fazlası modern bilimlere sahip olmak gerekir. Zira iş tek başına fıkha kalacak olsa, ilgili olanlar, “bu olur veya olmaz,” “şu helâldir veya haramdır,” “şu şey vardır veya yoktur” gibi hükümler vermenin ötesine geçmezler. Onlar israf etmenin haram olduğunu bilirler ama ölçüler ve tartıların israfı önlemede oynayacağı rol üzerinde düşünme zahmetine girmezler. İnsanı, sağlığı üzerinden tehlikelerden korumanın yahut “insanların haklarının eksiltilmesini” önleyecek bir düzenin nasıl kurulabileceğiyle ilgilenmezler! Fıkıhçıların söylediği genel hükümleri çağdaş günlük hayatın her tarafına teşmil etmek gerekiyor. Mesela zamanımıza mahsus suları kullanma şekli, ekmekler, kıyafetlerde, ev yapımı veya tefrişinde israf konusu gibi…

Teşekkür: Hüseyin Özal @baretta_34     sayfasından alınmıştır

Yukarıda sözünü ettiğimiz modern bilimlerin veya bilim unsurlarının birkaçını burada hatırlatmakla yetinelim:

Derin ve uygulamalı bir psikoloji ve sosyoloji bilgisi, ölçüler ve tartıların teknik ve insan psikolojisiyle bağlantılı uygulamaları. Teknik ve teorik sistem inşa etme ilmi, cemiyet-millet inşa etme (nation building) birikimi. Bir şeyi tanımlama, ölçü ile başlama, kolaylaştırma, verimli kılma, nitelik veya kalite kazandırma, sürdürülebilir kılma, müesses hale getirme vasfı ve yeteneği. İnsanları bir uygulama yahut düzenin nimetlerinden yararlandırma, zararlarından koruma. Aldatmayı, aldatılmayı, çatışmaları önleme, kavgaları sulhla sonuçlandırma. Ölçüler ve tartılarla israfı önleme, üretimi geliştirme, bölüşümde adaleti sağlama. Bütün bunların gerektirdiği proje yapabilme ve yasa yapmak gibi çok çeşitli ana disiplinler veya bilimler arası disiplinleri de bilmek gerekir.

-Öncelikle, bir iş veya şey yalnız kendisi olarak uygulanamaz, tek başına hayat bulamaz. Çünkü hayat dediğimiz şey bir fanusta değil, kendine uygun iklimde cereyan ediyor. Gür bir ağaç çıplak bozkırda değil ancak diğer ağaçlarla birlikte (ormanda) yetişebilir. Onun için bir işin hayat bulmasını istiyorsak, onunla birlikte iklimini (zihniyeti) de inşa etmek gerekir. Zihniyet inşa etmek temel değerlere dayanır, çaba gerektirir ve zaman ister. Bu değerlerden bazılarını aşağıda sayalım:

-Doğruluk, tamlık ve eksiksizlik, insanın hakkını gözetmek, bir işin eksiğinin, ayıbının veya kusurunun olmaması, işin zamanında zamanında yapılması, her iş için en ince ayrıntılarına kadar açık sözleşme yapılması, varsa ölçülen ve tartılanların dökümü ve bu yazıda saydığımız diğer değerlerin uygulamaya dönük işlenmesi zihniyetin oluşmasında önemli rol oynar. Yine insan dikkatinin gelişmesi, dakiklik, hak duygusunun yerleşmesi, sorgulamak, entelektüel merak, tanımlamak, bilmediği şeyde iddiada bulunmamak, itidalli olmak, orta yoldan yürümek zihniyetin inşa edilmesinde önemli yapı taşlarıdır. Bundan dolayı bir ölçüler ve tartılar düzeni için davranış örneklerinin, uygulama dizgilerinin, zamana uygun dilin ve kavramların geliştirilmesi gerekir.

-Elbette zihniyetin inşa edilmesinde sadece maddi ölçü ve tartılar değil, aynı zamanda helâller ve haramlar, mülk edinme, başkalarının hakları, hesap verme, Hesap Günü, faydalı ve zararlı şeyler, kazanma ve kâr etme, infak etme, fert ile toplum dengesi ve dünya-ahiret dengesi gibi ölçüleri gözetmek de vardır. İnşa edenin bunların farkında olması gerekir.

-Erdemli toplum işçisi “tebliğ” adı altında başkalarına akıl vermeye kalkmamalıdır. Her şeyden önce küçük düşünmesini bilmeli, yapılan işin pratiğe dökülmesine yardımcı olacak davranış modelleri geliştirmeli, bunları giderek adaba ve rehberlere dönüştürmeli, kılavuzlar ortaya koymalıdır. Hiçbir şey bir anda olmaz, işin yerleşmesi ve tekâmülü için zaman tanınmalıdır.

-Uygulama için öncelikle doğruluk, ticarette dürüstlük, helâl kazanç, ölçme, tartma, kişi hakkı ve ticari işlemleri kaydetme, kolaylaştırma ve insanların zarar görmesini önleyici tedbirler almak gibi değerlerin birer inanç nüvesi (değer yargısı) olarak kabul görmesi,  hiç değilse bir kesimin bu değerleri hayata geçirmeyi vazife edinmesi gerekir. İşte bunlar iyiliği yayanlardır (emr-i maruf) ve iyiliğin yayılması evvel emirde bunun gibi işlerdir.

-Bu bakımdan inşa eden, bu maksatla sürekli olarak araştırma-geliştirme çalışmaları içinde olmalıdır. Tedbir geliştirirken öncelikler gözetilmeli, doğru müdahale alanları seçilmeli, ihtiyaçlar arasından da öncelikli, basit ve uygulamaya geçirilebilecek işlerden başlanmalıdır.

-Ölçüler ve tartılar ilk defa günümüzde keşfedilmiyor. Tarihte ve günümüzde çokça örnekleri vardır. Bu ve benzer uygulamalardan araştırma ile faydalanmak gerekir:

-Günümüzdeki uygulamalara örnek olarak; iklim, hava, su ve toprağın korunması, yenilenebilir enerji, gıda maddeleri, tahıllar, doğal ürünler hakkında ve çok uluslu şirketlerin uygulamalarına karşı doğan hareketler, tüketici faaliyetleri, toplum inşa etme (community building), sanat ve müzik faaliyetleri gibi sayısız benzer uygulamalar bulunmaktadır. Bunlar örnek olarak incelenmeli, dikkatle analiz edilmelidir. Burada dikkat edilecek şey bütün bu hareketlerin değerlerini almak, usullerini taklit etmek değil, zamanımızda neyin, nasıl söylenmesi gerektiğinin doğrusunu öğrenmektir.

-Diğer taraftan varlıklı olanın kendisi dışındakilere, topluma, hatta gelecek nesillere karşı sorumluluğu işlenmelidir. İyi, doğru ve güzel olana, insanın yararına olana inanan birinin sorumluluğu zekâtla, sadakayla sınırlı kalmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, kök değerler “insanlara faydalı olmak,” “zararı veya kötülüğü önlemek veya gidermek” ve “insanların haklarının eksiltilmesinin önüne geçmek,” bir şeyi insanlara “zorlaştırmayı önlemek ve kolaylaştırmak,” “iyiliği yaymak, kötülüğü def’etmek” gibi ulvi değerlerdir ki, bu değerler bütün bir dünyayı inşa etmeye yeterdir.

————————————————————————————————–

[i]  Kamer suresi, 49; [ii]  Rad suresi, 8; [iii]  Furkan suresi, 2

[iv] Ve Medyen [halkına] kardeşleri Şuayb’ı [gönderdik], “Ey kavmim!” dedi, “Yalnız Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yok! Rabbinizden işte apaçık bir duyuru geldi size. Öyleyse [bütün işlerinizde] ölçüyü tartıyı tam olarak gözetin, hukuken onların olan şeyden insanları yoksun bırakmayın ve iyi bir düzene kavuşturulduktan sonra kalkıp yeryüzünde bozgunculuk yapmayın: [bütün] bunlar sizin iyiliğiniz için; tabii, eğer inanırsanız. (Araf Suresi, 85)

[v]  Hud Suresi, 84; [vi] Rahman Suresi, 9; [vii] Şuara Suresi, 182; [viii] Hûd Suresi 85. Ayet; [ix] Şu ‘ara Suresi, 181

[x] Şu’ara Suresi, 181; [xi] Hud Suresi, 85; [xii] (Mutaffifin, 83/1-3); [xiii] Mutaffifîn Suresi 1. ayet

[xiv] “Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiyâ Suresi, 47)

[xv]  A’râf Suresi, 85; [xvi] Hûd Suresi, 85; [xvii] Hûd Suresi, 85

Yazıyı Paylaşırmısınız

About the author

A.Ü. DTCF mezunu. İngiltere, Sheffield Üniversitesinde Enformasyon Yönetimi, İsrail'de Kırsal Bölgesel Kalkınma Planlaması Post Graduate Study. Yayınlanmış çalışmaları: Söz İncileri; Divan Edebiyatından Seçilmiş Beyitler (2. baskı), Önce Söz Vardı; Fıkıh, Edebiyat ve Tasavvuftan Seçmeler. İlgi alanları: Yenilik, değişim, Gelişme. Uzmanlık alanı: Proje Yönetimi.

Related Articles

1 Comment

  1. HÜSEYIN SASMAZ (UZUN)

    Düzenleme işi de ölçüler, tartılar, kayıtlar ve kurallarla başlar. Onda dokuzunun, hatta daha mütevazı düşünelim, yarısının düzenlenmediği bir dünyada denge kurmak mümkün olabilir mi? Zira ölçüsüz, kuralsız, kayıtsız düzen olmaz. Herkesin dilediğini, dilediği şekilde yaptığı bir yerde düzen, nizam, intizam kurulamaz. Erdemli bir toplum veya medeniyet inşa edilemez. Düzenli bir sosyal hayat için illa ki ölçüler, tartılar, ilkeler ve kurallar gerekir.
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=748602445591159&id=100013242319421

Leave a Reply to HÜSEYIN SASMAZ (UZUN)

Your email address will not be published. Required fields are marked (required)

Cancel

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.