İbrahim AKGÜN
İnsanlığın yeryüzünde en büyük ortak değeri ve amacı adalettir. Adalet, gerçek manada ortak ve evrensel bir değerdir. İnsanlık ancak adaletle gerçek manada ve uzun vade ile huzur bulabilir. Adalette bir gramlık ilerleme bin haksızlık, haramlar ve uyumsuzlukları giderir. Ne var ki, adalet sadece ulaşılması gereken bir hedef değil, bir yoldur, sürekli inşa ve hayat tarzıdır. Bu itibarla adalet, aynı zamanda kalkınma yolu ve ilerleme sebebidir. Diğer taraftan adalet, içeride güven kaynağı ve dayanışma sebebi olduğu kadar, dışarıya karşı bir kalkan, hasım toplumların emellerine karşı koruyucu zırhtır. İnsanlığın küresel tehditler altında olduğu günümüzde adalet ve onunla gelen değerler ve metotlar çok önemlidir.
Günümüzde insanlık belli merkezlerden üretilerek piyasaya sürülen politikalarla ve küresel ölçekte tehditlerle karşı karşıyadır. Önce İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun, şimdi Paris İklim Kanunu, Karbon Ayak İzi ve Sosyal Kredi Sistemi gibi insan davranışlarını izleyen, kaydeden hatta tehdit eden düzenlemelerle insanlık giderek her yönden kuşatılıyor. Sadece uluslararası sözleşmeler, BM dâhil, DSÖ gibi uluslararası kuruluşlar, yönetimler ve siyaset üzerinden değil, aynı zamanda sosyal hayat ve onu kuşatan çevre âlemleri üzerinden yapılan düzenlemelerle insanlık ve onun bugüne kadar olan kültür ve medeniyet birikimi tehdit altındadır. İnsan nesli ve onun varlığını sürdürebilmesi için yaratılmış olan hayvan ırkları, gıdasını sağladığı veya yeryüzünde hayatın devamını mümkün kılan her türlü bitkilerin varlığı bu tehdit kapsamındadır.
Bu politikaları yukarıda bahsettiğimiz sözleşmeler ve devamında gelen kanunlarla yaymaya ve yerleştirmeye çalışırken Çin, söz konusu politikaları hayata geçirmeye başlamıştır. Bu ilk uygulamalar üzerinden insanlığın kuşatılmasının nereye kadar gideceğini görmek az çok mümkündür. “Vatandaşlık” kimliği altında ve sözde toplum yararına “Sosyal Kredi Sistemi”yle insan davranışları izlenmeye, kaydedilmeye ve sicili tutulmaya geçilmiştir. Bu izlemeler ve kayıtlarda “kötü vatandaş” olarak sicillenen insanlar, yaşadıkları işyeri ve sitelerin girişlerine, hatta şehir merkezlerine konulan dev ekranlarla resimleri, sicil numaraları ve adresleriyle teşhir edilmekte, kimi hizmetlerden faydalanmak veya bazı yerlere girmek gibi ihtiyaç ve haklardan bile mahrum bırakılmaktadır. Buna karşılık merkezi düzenlemelerle yapılan bazı uygulamalara tahammül edemeyen insanlar hayatlarına son verebilmektedir! Bu, yaratılışıyla, insan ve diğer bütün varlıkların doğrudan varlığına ve fıtratına yönelmiş bir tehdittir. İnsan nesli daha önce bu boyutlarda bir tehditle karşılaşmadı! Onun için yaratılmışları, sadece geleneksel tehditlere karşı değil, aynı zamanda ve asıl önemlisi, “geleceğin tehditleri”ne karşı koruyabilecek adalet tezleri, teorileri ve sistemlerine ihtiyacımız vardır.
Buna, diğer büyük değer sistemlerini de yanına alarak karşı koyabilecek en büyük güç vahiy (İslam) olarak görünmektedir. Ancak İslam’ın da günümüz Müslümanlarının elinde, siyasete indirgenmiş ve küçültülmüş hale geldiğini unutmayalım. İslam, hava, sular, bitki ve hayvanlar bilgisini bin dört yüz yıl önce, Kuran’la ve emanetler olarak insana haber vermiş ve emanet etmişti. Ama bugünün Müslümanları bu ilk bilgiyi geliştirip tehditleri görerek, insanı, hatta atmosferden biyosfere kadar olan biten her şeyi anlayacak ve koruyabilecek düzeyde bilgiye sahip değiller. Her konuda olduğu gibi bu konuda da İslam’dan yararlanabilmek için Müslümanlarda büyük bir görüş, düşünüş, tutum ve davranış değişikliğinin olması gerekiyor. İslam, ancak onun cüzü ve doğal devamı olan bilim, düşünce, ahlâk, felsefe, sosyoloji ve sanatlarla bütünleştiğinde insanlığın sorunlarını çözebilir.
Onun için İslam’ın öncelikle ahlâkla başlayan, sosyal ve ekonomik hayatı düzenleyen ve insanın çevresiyle doğru ilişkiler kurabilen bir yorumunun yapılması olmazsa olmaz ihtiyaçlardandır. Ancak bu sadece tümdengelimle, sadece felsefi veya hikemi bir bakış açısıyla yapılabilecek afaki bir yorum değil, insandan, toplumdan ve onu kuşatan âlemlerden başlayan, oradan devlete yürüyen uygulamalı ve kuşatıcı yoruma ihtiyaç vardır. Böylece adaleti, sadece devletten beklenen değil, halk arasından başlayarak devlete doğru akan, orada düzenlenerek kanunlar, eğitim, bilim, plân, proje vs olarak tekrar halka inen interaktif bir süreç veya devri-daim olarak düşünmek gerekir. Bu dizi yazılarımıza rehber aldığımız ayet-i kerime bize bu yolu şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta göstermektedir. Böylece aynı zamanda bugün insanlığın ihtiyaç duyduğu şeyin İslam’da reform değil, kendi düşüncemizde ve bakış açımızda reform olduğunu da görmek gerekir.
Bu yazımız, bundan önce yayınlanan ve bundan sonra yayınlanacak yazılarımızla bu yolu açmaktadır. İslam toplumları, dar bir dini alana sıkıştırılmış, kiralık yöneticilerle, inşa edici ve koruyucu değerleri yıpratılmış olarak küresel politikaların iştahını kabartmaktadır. Onun için zamanımızda ortaya çıkan iletişim, istişare ve katılım teknik ve teknolojileri, dayanışma ve örgütlenme modelleri ile toplumsal yapımızın yeniden şekillenmesi, kendi içinde ve çevresiyle ilişkilerinin yeniden tanımlanması, bağlarının yeniden tesis edilmesi ve güçlendirilmesi gerekir.
Bu yazı dizimiz, adalet gibi büyük ve ulvi bir amaca doğru yola çıkmaya hazırlanma gayesini taşımaktadır. Bu yaklaşımımız, yakından, topluluklar ve sosyal çevrelerden başlayarak toplumsallaşmanın (cemiyetleşmenin) ve bugünkü toplumsal yapımızın yeni bilgiler, ihtiyaçlar ve imkânlarla yeniden yorumlanması ve yapılanmasına davet etmektedir. Bu yaklaşım aynı zamanda, insanın en büyük ortak amacı olan adaletin, adalet olmaktan çok daha geniş mana taşıdığını göstermektedir. Yeter ki adaleti, “devlet işi” olmaya hapsetmeyelim. Hatta adalet sadece devlet işi olursa, toplum hakkıyla adalet bulamayacağı gibi ahlâki çürümeye hatta fesada uğrayabilir.
Bir Emanetler veya Adalet Toplumu Nasıl İnşa Edilmeli, Nereden Başlamalı?
1-Bir toplumsal yapıyı büyük miktarda insanlar arasındaki sosyal, siyasi, dini, ekonomik ve ticari ilişkiler belirler. İyi bir toplumun oluşması insanlar arası ilişkilerle başlar. Cumhuriyet, demokrasi, monarşi, diktatörlük, krallık gibi yönetim sistemlerinin temelinde insanların birlikte yaşamasının kök değerleri ve bunlardan doğan ilişki türleri vardır. Bu gerçek durum, bir hadis-i şerifte, “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” veya “Nasıl yaşıyorsanız öyle idare edilirsiniz” sözüyle kısa ve öz şekilde formüle edilmiştir. Bu bakımdan, bir toplumu anlamak için rejimler ve siyasi sistemlerden önce toplumun değerlerini, toplumsal yapıları ve karar mekanizmalarını anlamaya çalışmak gerekir.
2-İnsan ilişkilerinden meydana gelen yapıların altında hak, ahlâk (etik), sevgi, saygı, doğruluk, dürüstlük, emanet, liyakat ve mülkiyet anlayışı, karar alma şekli ve nihayet adalet gibi temel insani değerler yatmaktadır. Bu yazımızda, sadece eşyanın veya devletin insana değil, aynı zamanda “insanın insana emaneti” üzerine kurulu bir toplumsal yapıyı anlamaya ve buna dayanan bir düzen kurarak adalete erişme yollarını arayacağız. Bu yaklaşım, sadece bu konuyla sınırlı değil, bir medeniyet yaklaşımıdır.
3-Ancak yazımızda, zamanımızı, inananların hoşuna giden, onların gurur ve nefsini okşayan güzel şeyleri sayıp dökmekle harcamayacağız. Bilakis bir toplumda hatta millet ve medeniyette, “emanetler” üzerinden var olmanın esaslar, usullerini ve bu yollarla toplumda düzen ve denge kurmanın imkânlarını arayacağız. Ardından, buralardan başlayan süreçler, sistemler ve kurumlar inşa ederek adalete ulaşmanın sade ve basit metotlarını verecek, bu zor yolculuk boyunca insana düşen görevlere sade, basit şekilde temas edeceğiz. Ama konumuzu sadece ülke ölçeğinde değil aynı zamanda sosyal çevre açısından da ele alacağız. İnşa süreçlerinde çok önemli rolü olan sosyal çevre hakkında kısa bilgiyi dipnotlarda veriyoruz.(1)
4-Yazımızda esas olarak, önceki üç yazımızla işleyerek geldiğimiz, Büyük Birleşik Adalet Sistemi (BBAS)’nin
bir halkası olan Sosyal-Toplumsal Alt Sistemi işlemeye çalışacağız. Bu sistemi, Nisa Suresi, 58. ayetten aldığımızı, bu ayetin, adalet için böyle bir sistemin inşa edilmesinin yolunu gösterdiğini belirtmiştik. Ayet-i Kerimeden hareketle birleşik bir adalet sistemi inşa edebilmek için şu safhalardan geçmemiz gerektiğini göreceğiz:
“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor!.. (Ayetin ikinci kısmı da var)
5-1) Öncelikle ayet-i kerimede, bu sıra içinde yer alan Emanetler, Liyakat, Hükmetme (İyi Yönetim), Karar Vericilik ve Adalet değerlerinin varlığını anlamaya çalışacağız, 2) Adalet ancak bu değerlerin kâmil manada hayata geçirilmesiyle bulunabilir, 3) Bunun için de, söz konusu değerlerin her biri için en az birer sistem kurulması gerektiğini göreceğiz, 4) Bütüncül (holistic) bir hayat tarzı için bu sistemlerin bütünleştirilmesi (entegre edilmesi) gerektiği üzerinde duracağız.
İnsanın Evrensel Adalete Büyük Yürüyüşü ve İnşa Çalışmaları
6-Adalet arayışı dizi yazımızda rehber aldığımız ayetimiz, aileden ve komşuluktan başlayarak mahallede (şehirde) ilk olgun şeklini alan toplumsal yapıyı “emanetler”le başlatmaktadır. Ancak, “emanetler toplumu” demekle veya bir topluma dışarıdan bir isim bulmuş olmakla işimiz bitecek değildir. Adalete erişmek için yukarıda saydığımız insani değerlerden yola çıkarak bir akarsu kollarının yol boyunca birleşerek denize yönelmesi gibi, toplumun yöneldiği adalet amacına doğru sürekli bir yürüyüş ve çok yönlü inşa faaliyetinin içinde olması gerekir.
7-Burada tanımaya çalıştığımız ve inşa edilmesine katkı yolları aradığımız toplum, emanetlerle yapılanmaya başlayan, kendini emanetler üzerinden inşa eden ve amacı adalet olan erdemli bir toplumdur. Farabi, böyle ideal bir toplumun “erdemli toplum” olduğunu, söz konusu toplumun kendini inşa etmesinin esaslarından başta gelenin “dayanışma” olduğunu söyler. Toplumsal dayanışma ve işbirliği, insanın var olmasından itibaren bilinen bir ihtiyaç, yapılan bir iştir. Ancak biz, yayınlarımızda hâlâ “dayanışma”yı yazmakla yetiniyorsak, bugün üstümüze düşeni yaptığımızı söyleyemeyiz. Çünkü günümüzde bunları gerekli doğrular olarak anlatmak kadar hatta ondan çok uygulamayla ilgilenmek gerekiyor. Zira bugün ihtiyacımız ve zor olan inandığımız doğruları hayata geçirmektir. (2)
8-Ancak bir şeyi hayata geçirme söz konusu olduğunda, bizim gibi toplumlarda, modern sömürgecilik olan toplumun sosyal ve kültürel olarak örselenmiş olmasını ve bu durumun beraber getirdiği zorlukları da hesaba katmak gerekir. Ait olduğumuz toplumlar, geçirdikleri travmalar sonunda güvenini kaybetmiş durumdadır. Öyle ki, sadece yönetilenler yönetenlere güvenmiyor değil, yönetenler de liyakat sahibi olmadıklarından ne kendilerine, ne de yönettiklerine güven duymuyor. Bu karşılıklı güvensizliklerden öyle ucube şeyler çıkıyor ki, mesela birer emanet olan birlik veya kooperatif gibi yapılarda Denetim Kurulu yönetimi denetlemek için var olduğu halde Yönetim ve Denetim Kurulları, üyelerin aleyhine aralarında birleşebiliyor! Son karar organı ve neredeyse bir mahkeme hüviyetinde olan Genel Kurullar birer hile ve desise yuvalarına dönüşebiliyor!
9-Bütün bunlar dikkate alındığında yapılması gereken, erdemli ve adil bir toplum için sosyal, siyasi, kültürel, ahlâki ve ekonomik, hâsılı topyekûn bir inşadır. En küçük birim olan aileden büyük toplumsal yapılara kadar. Dağlar ve denizlerden ormanlara, oradan hayvanlara ve onlardan elde edilen nimetten yararlanmaya kadar. Bu inşa faaliyetinde ne bir dere ihmal edilebilir, ne bir ağaç veya toprak parçası, ne de bugünün veya yarının nesilleri. Burada düzenleyici güç devlet erki ve siyasettir. Ancak o da toplumdan (tabandan) ahlâk ile başlar. Böylece adaletin halk arasında ahlâk ile filizlenmesi, kök salması ve devlete yürümesi gerekir. Bu uzun süreçte sayısız tasavvur, bilinç, inşa, gözlem ve denetim mekanizmaları olmakla beraber, son söz, hesap sorma üzerinden yine halkındır, öyle olmalıdır.
İbrahim AKGÜN
KAYNAKLAR







Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)