Kur’an Işığında; Büyük Birleşik Adalet Sistemi ve Adil Bir Toplum İnşa Etme

No Comment 48 Views

İbrahim AKGÜN

İnsanlığın yeryüzünde en büyük ortak değeri ve amacı adalettir. Adalet, gerçek manada ortak ve evrensel bir değerdir. İnsanlık ancak adaletle gerçek manada ve uzun vade ile huzur bulabilir. Adalette bir gramlık ilerleme bin haksızlık ve uyumsuzlukları giderir. Ne var ki, adalet sadece ulaşılması gereken bir hedef değil, bir yoldur, hayat tarzı ve sürekli inşadır. Bu itibarla adalet, aynı zamanda kalkınma yolu, yöntemi ve ilerleme sebebidir. Diğer taraftan adalet, içeride güven kaynağı ve huzur sebebi olduğu kadar, dışarıya karşı bir kalkan, hasım toplumlara karşı koruyucu zırhtır. İnsanlığın küresel tehditler altında olduğu bir dönemde adalet ve onunla gelen değerler ve özellikler çok önemlidir.

Günümüzde insanlık belli merkezlerden üretilerek piyasaya sürülen politikalarla ve küresel ölçekte tehditlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Önce İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun, şimdi İklim Kanunu, Karbon Ayak İzi ve Sosyal Kredi Sistemi gibi insan davranışlarını izleyen, tehdit ve kaydeden düzenlemelerle insanlık giderek her yönden kuşatılıyor. Sadece uluslararası sözleşmeler, BM dâhil, DSÖ gibi uluslararası kuruluşlar, yönetimler ve siyaset üzerinden değil, aynı zamanda sosyal hayat ve onu kuşatan çevre âlemleri üzerinden yapılan düzenlemelerle insanlık ve onun bugüne kadar olan birikimi (kültürler, medeniyet) tehdit altındadır. İnsan nesli ve onun varlığını sürdürebilmesi için yaratılmış olan hayvan ırkları, gıdasını sağladığı veya yeryüzünde hayatın devamını mümkün kılan her türlü bitkilerin varlığı bu tehdit kapsamındadır.

Bu politikaları yukarıda bahsettiğimiz sözleşmeler ve devamında gelen kanunlarla yaymaya ve yerleştirmeye çalışırken Çin, söz konusu politikaları hayata geçirmeye başlamıştır. Bu ilk uygulamalar üzerinden insanlığın kuşatılmasının nereye kadar gideceğini görmek az çok mümkündür. Merkezi planlama dışında, sözde toplum yararına “vatandaşlık” kimliği altında ve “Sosyal Kredi Sistemi”yle insan davranışları izlenmeye, kaydedilmeye ve sicili tutulmaya geçilmiştir. Bu izlemeler ve kayıtlarda “kötü vatandaş” olarak sicillenen insanlar, yaşadıkları işyeri ve sitelerin girişlerine, hatta şehir merkezlerine konulan dev ekranlarla resimleri, sicil numaraları ve adresleriyle teşhir edilmekte, kimi hizmetlerden faydalanmak veya bazı yerlere girmek gibi ihtiyaç ve haklardan bile mahrum bırakılmaktadır. Hatta kimi merkezi düzenlemelerle bazı uygulamalara tahammül edemeyen insanlar hayatlarına son verebilmektedir! Bu, yaratılışıyla (ontolojik), insan ve diğer bütün varlıkların doğrudan varlığına ve fıtratına yönelmiş derinlikte ve insanlık tarihinde bu boyutlarda ilk tehdittir. Bu bakımdan kısmi tedbirler, ülkeler veya hükumetler eliyle geliştirilebilecek siyasi önlemlerle savuşturulabilecek tehlikelerden değildir. Aynı kapsamda, hatta ondan daha geniş ve derinlikte politika ve uygulamalar üretilmesini gerektiren karşı koymayı gerektirmektedir.

Buna, diğer büyük değer sistemlerini de yanına alarak karşı koyabilecek en büyük güç vahiy (İslam) olarak görünmektedir. Ancak İslam’ın da günümüz Müslümanlarının elinde bilim, düşünce, ahlâk, felsefe, sosyoloji ve sanatları bir kenara bırakarak, her şeyin siyasete indirgenmiş olarak insan elinde küçültülmüş olmasını hesaba katmak gerekir. Onun için İslam’ın öncelikle ahlâkla başlayan, sosyal ve ekonomik hayatı düzenleyen ve insanın çevresiyle doğru ilişkiler kurabilen bir yorumunun yapılması olmazsa olmaz ihtiyaçlardandır. Ancak bunun sadece tümdengelimle, sadece felsefi veya hikemi bir bakış açısıyla yapılabilecek afaki bir yorum değil, insandan, toplumdan ve onu kuşatan âlemlerden başlayan genişlikte ve uygulamalı yeni bir yoruma ihtiyaç vardır. Böylece bugün insanlığın ihtiyaç duyduğu şey İslam’da reform değil, kendi düşüncemizde ve bakış açımızda reformdur.

Bu yazımız, bundan önce yayınlanan ve bundan sonra yayınlanacak yazılarımızla bu yolu açmaktadır. İslam toplumları, dar bir dini alana sıkıştırılmış, kiralık yöneticilerle, koruyucu zırhları ve koruyucu değerleri yıpratılmış olarak küresel politikaların iştahını kabartmaktadır. Onun için zamanımızda ortaya çıkan iletişim, istişare ve katılım teknikleri; dayanışma ve örgütlenme modelleri ve teknolojileriyle toplumsal yapımızın yeniden şekillenmesi ve çevre ile olan ilişkilerinin yeniden tanımlanması, bağlarının yeniden tesis edilmesi ve hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu yazı dizimiz, adalet gibi ulvi bir amaç üzerinden hareketle bu büyük amaca doğru yola çıkmaya hazırlanmaktadır. Bu yaklaşımımızda, toplumsallaşmanın (cemiyetleşmenin) ve bugünkü toplumsal yapımızın yeni bilgiler, ihtiyaçlar ve imkânlarla yeniden yorumlanması, insanın en büyük ortak amacı olan adaletin aynı zamanda bir kalkınma yolu ve sebebi olduğunu göreceğiz.

Bir Emanetler veya Adalet Toplumu Nasıl İnşa Edilmeli, Nereden Başlamalı?

1-Bir toplumsal yapıyı büyük miktarda insanlar arasındaki sosyal, siyasi, dini, ekonomik ve ticari ilişkiler belirler. İyi bir toplumun oluşması insanlar arası ilişkilerle başlar. Cumhuriyet, demokrasi, monarşi, diktatörlük, krallık gibi yönetim sistemlerinin temelinde insanların birlikte yaşamasının kök değerleri ve bunlardan doğan ilişki türleri vardır. Bu gerçek durum, bir hadis-i şerifte, “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” veya “Nasıl yaşıyorsanız öyle idare edilirsiniz” sözüyle kısa ve öz şekilde formüle edilmiştir. Bu bakımdan, bir toplumu anlamak için rejimler ve siyasi sistemlerden önce toplumun değerlerini, toplumsal yapıları ve karar mekanizmalarını anlamaya çalışmak gerekir.

2-İnsan ilişkilerinden meydana gelen yapıların altında hak, ahlâk (etik), sevgi, saygı, doğruluk, dürüstlük, emanet, liyakat ve mülkiyet anlayışı, karar alma şekli ve nihayet adalet gibi temel insani değerler yatmaktadır. Bu yazımızda, sadece eşyanın veya devletin insana değil, aynı zamanda “insanın insana emaneti” üzerine kurulu bir toplumsal yapıyı anlamaya ve buna dayanan bir düzen kurarak adalete erişme yollarını arayacağız. Bu yaklaşım, sadece bu konuyla sınırlı değil, bir medeniyet yaklaşımıdır.

3-Ancak yazımızda, zamanımızı, inananların hoşuna giden, onların gurur ve nefsini okşayan güzel şeyleri sayıp dökmekle harcamayacağız. Bilakis bir toplumda hatta millet ve medeniyette, “emanetler” üzerinden var olmanın esaslar, usullerini ve bu yollarla toplumda düzen ve denge kurmanın imkânlarını arayacağız. Ardından, buralardan başlayan süreçler, sistemler ve kurumlar inşa ederek adalete ulaşmanın sade ve basit metotlarını verecek, bu zor yolculuk boyunca insana düşen görevlere sade, basit şekilde temas edeceğiz. Ama konumuzu sadece ülke ölçeğinde değil aynı zamanda sosyal çevre açısından da ele alacağız. İnşa süreçlerinde çok önemli rolü olan sosyal çevre hakkında kısa bilgiyi dipnotlarda veriyoruz.(1)

4-Yazımızda esas olarak, önceki üç yazımızla işleyerek geldiğimiz, Büyük Birleşik Adalet Sistemi (BBAS)’nin bir halkası olan Sosyal-Toplumsal Alt Sistemi işlemeye çalışacağız. Bu sistemi, Nisa Suresi, 58. ayetten aldığımızı, bu ayetin, adalet için böyle bir sistemin inşa edilmesinin yolunu gösterdiğini belirtmiştik. Ayet-i Kerimeden hareketle birleşik bir adalet sistemi inşa edebilmek için şu safhalardan geçmemiz gerektiğini göreceğiz:

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor!.. (Ayetin ikinci kısmı da var)

5-1) Öncelikle ayet-i kerimede, bu sıra içinde yer alan Emanetler, Liyakat, Hükmetme (İyi Yönetim), Karar Vericilik ve Adalet değerlerinin varlığını anlamaya çalışacağız, 2) Adalet ancak bu değerlerin kâmil manada hayata geçirilmesiyle bulunabilir, 3) Bunun için de, söz konusu değerlerin her biri için en az birer sistem kurulması gerektiğini göreceğiz, 4) Bütüncül (holistic) bir hayat tarzı için bu sistemlerin bütünleştirilmesi (entegre edilmesi) gerektiği üzerinde duracağız.

İnsanın Evrensel Adalete Büyük Yürüyüşü ve İnşa Çalışmaları

6-Adalet arayışı dizi yazımızda rehber aldığımız ayetimiz, aileden ve komşuluktan başlayarak mahallede (şehirde) ilk olgun şeklini alan toplumsal yapıyı “emanetler”le başlatmaktadır. Ancak, “emanetler toplumu” demekle veya bir topluma dışarıdan bir isim bulmuş olmakla işimiz bitecek değildir. Adalete erişmek için yukarıda saydığımız insani değerlerden yola çıkarak bir akarsu kollarının yol boyunca birleşerek denize yönelmesi gibi, toplumun yöneldiği adalet amacına doğru sürekli bir yürüyüş ve çok yönlü inşa faaliyetinin içinde olması gerekir.

7-Burada tanımaya çalıştığımız ve inşa edilmesine katkı yolları aradığımız toplum, emanetlerle yapılanmaya başlayan, kendini emanetler üzerinden inşa eden ve amacı adalet olan erdemli bir toplumdur. Farabi, böyle ideal bir toplumun “erdemli toplum” olduğunu, söz konusu toplumun kendini inşa etmesinin esaslarından başta gelenin “dayanışma” olduğunu söyler. Toplumsal dayanışma ve işbirliği, insanın var olmasından itibaren bilinen bir ihtiyaç, yapılan bir iştir. Ancak biz, yayınlarımızda hâlâ “dayanışma”yı yazmakla yetiniyorsak, bugün üstümüze düşeni yaptığımızı söyleyemeyiz. Çünkü günümüzde bunları gerekli doğrular olarak anlatmak kadar hatta ondan çok uygulamayla ilgilenmek gerekiyor. Zira bugün ihtiyacımız ve zor olan inandığımız doğruları hayata geçirmektir. (2)

8-Ancak bir şeyi hayata geçirme söz konusu olduğunda, bizim gibi toplumlarda, modern sömürgecilik olan toplumun sosyal ve kültürel olarak örselenmiş olmasını ve bu durumun beraber getirdiği zorlukları da hesaba katmak gerekir. Ait olduğumuz toplumlar, geçirdikleri travmalar sonunda güvenini kaybetmiş durumdadır. Öyle ki, sadece yönetilenler yönetenlere güvenmiyor değil, yönetenler de liyakat sahibi olmadıklarından ne kendilerine, ne de yönettiklerine güven duymuyor. Bu karşılıklı güvensizliklerden öyle ucube şeyler çıkıyor ki, mesela birer emanet olan birlik veya kooperatif gibi yapılarda Denetim Kurulu yönetimi denetlemek için var olduğu halde Yönetim ve Denetim Kurulları, üyelerin aleyhine aralarında birleşebiliyor! Son karar organı ve neredeyse bir mahkeme hüviyetinde olan Genel Kurullar birer hile ve desise yuvalarına dönüşebiliyor!

9-Bütün bunlar dikkate alındığında yapılması gereken, erdemli ve adil bir toplum için sosyal, siyasi, kültürel, ahlâki ve ekonomik, hâsılı topyekûn bir inşadır. En küçük birim olan aileden büyük toplumsal yapılara kadar. Dağlar ve denizlerden ormanlara, oradan hayvanlara ve onlardan elde edilen nimetten yararlanmaya kadar. Bu inşa faaliyetinde ne bir dere ihmal edilebilir, ne bir ağaç veya toprak parçası, ne de bugünün veya yarının nesilleri. Burada düzenleyici güç devlet erki ve siyasettir. Ancak o da toplumdan (tabandan) ahlâk ile başlar. Böylece adaletin halk arasında ahlâk ile filizlenmesi, kök salması ve devlete yürümesi gerekir. Bu uzun süreçte sayısız tasavvur, bilinç, inşa, gözlem ve denetim mekanizmaları olmakla beraber, son söz, hesap sorma üzerinden yine halkındır, öyle olmalıdır.

İbrahim AKGÜN

KAYNAKLAR

1-OKUMUŞ, Ejder (editör); Farabiden Seçme Metinler. Editör: Ejder OKUMUŞ. Çevirmenler: Prof Dr. Ahmet ARSLAN, Prof Dr Mahmut KAYA, Doç Dr Fatih TOKTAŞ. Eskişehir, 2014 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı Yayınları.  S. 77. Eskişehir, 2014.
2-Sosyal çevre kavramı, sosyoloji, psikoloji ve sosyal bilimlerde sıkça kullanılan bir terimdir. Sosyal çevre, bireyin veya bir grubun içinde bulunduğu, etkileşimde olduğu ve sosyal ilişkiler kurduğu insan topluluğunu ve bu topluluğun oluşturduğu sosyal yapıyı ifade eder. Bu kavram, bireyin toplumsal bağlamda kimlerle iletişim kurduğunu, hangi sosyal normlar, değerler ve kültürel unsurlarla çevrili olduğunu kapsar.
Yazıyı Paylaşırmısınız

About the author

A.Ü. DTCF mezunu. İngiltere, Sheffield Üniversitesinde Enformasyon Yönetimi, İsrail'de Kırsal Bölgesel Kalkınma Planlaması Post Graduate Study. Yayınlanmış çalışmaları: Söz İncileri; Divan Edebiyatından Seçilmiş Beyitler (2. baskı), Önce Söz Vardı; Fıkıh, Edebiyat ve Tasavvuftan Seçmeler. İlgi alanları: Yenilik, değişim, Gelişme. Uzmanlık alanı: Proje Yönetimi.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked (required)

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.