Geleceğimizin bilgi toplumu ile inşa edilmesi: Diriliş mi, inşa mı?

No Comment 305 Views

Çağdaş dünyamız bir taraftan hızlı bir inşa, yeni bir yapılanma içine girerken aynı zamanda büyük bir yıkım sürecinden geçmektedir. Batı uygarlığı, büyük miktarda kendisinin yol açtığı ve bundan önceki yazımızda bahsettiğimiz yıkıma ve yeniden inşa etmeye öncülük ediyor. Batı, bir taraftan kendisi dışındaki dünyayı yıkarken diğer taraftan kendi değerlerini yayarak kendisi için yeniden yapılandırıyor. Bu bakımdan, dünyanın Batı dışındaki kesiminin, özellikle Müslüman dünyanın bu yıkımın durdurulmasına, kendi değerleri ve elleriyle bir inşa hareketi başlatmasına büyük bir ihtiyacı bulunmaktadır.

Bizde inşa adına hayli gürültü çıkarılsa da ve Türkiye “kendi dünyamızı” inşa etmekte kimi kesimler tarafından öncü gibi görünse de, aslında burada olup bitenler Batıyı biraz daha uzaktan taklit ve takip etme veya “tarihin şeref levhaları”yla oynamaktan öteye gidemiyor. Kahramanlık hikâyelerinden ve hamasetten inşa etmeye, gelip geçici olandan sürdürülebilir olana sıra gelmiyor. Maalesef “inşa etmek”ten yana aydınların fazla bir birikimi de yok. Her konuşulup yazılan havanda su dövme veya kimin kimden ne beklediği belli olmayan iş buyurma olarak kalıyor.

Bir inşa söz konusu olduğunda geçtiğimiz bin yılı hatırlamakta sayısız faydalar vardır: Selçuklu ve Osmanlı bakırcılığı, nalbantlığı, hancılığı, halıcılığı, dokumacılığı, esnaflığı, kısacası yaşadıkları zamana göre çalışmayı, kazanmayı, harcama, paylaşma ve yardımlaşmayı ahlâkî değerlerle inşa etti ve düzenledi. Kendi devirlerinde eğitim faaliyetlerinden başka iş âlemini de bir hayat mektebi haline getirdi. Buralarda örnek davranış kalıpları, normlar, ilkeler ve insan ilişkileri geliştirdi ve ideal insanını yetiştirdi. Toplumu yaratıldığı gibi, yani aşağıdan inşa etmenin ve sivil yoldan örgütlenmenin başarılı örneklerini verdi. Çıkardığı ilkelerle Nizamiye Medreseleri ve Kadılık gibi kurumları inşa etti. İran’dan başlayan, Arap’lardan geçip Bizans’ta şekillenen yönetim şekillerini adapte ederek kendi zamanı için yönetim biçimleri geliştirdi. Hasan Harakani’nin fütüvvet ahlâkı ve ilkeleri üzerinden Ahilik gibi insanlık tarihinin yüksek kurumlarından birini inşa etti.   

Ne var ki, bu günkü insanın yapması gereken bu başarılara bakarak atalarının yaptıklarının “NE”siyle ilgilenmek ve övünmek değil, “NASIL”ı ve “NİÇİN”ini araştırmaktır. Esasta ise bütün bu faaliyetlere kök teşkil eden ve hayat veren değerleri aramak ve anlamaktır. Geçmiş ancak o zaman bize ihtiyacımız olanı verebilir. Böylece yeni zamanlar geçmişi taklitle değil, yarının ihtiyaçlarına göre yeniden inşa ve ihya edilebilir. Çünkü dünden kalan, tekrar yaşanılması gereken değil, yararlanılması gereken bir deneyimdir. Toplum inşa etmek, dünden kalan pilavı ısıtarak yemek değil, toprağı hazırlayarak yeniden tohum ekmek, bulgur ve ekmek yapmasını öğrenmek gibidir.

futuvvet_ahilik_HarakaniYine yeni bir inşa hareketinde dikkatle incelenmesi ve ayıklanarak yararlanılması gereken kaynaklardan biri de çağdaşımız olan toplumlardan yararlanmaktır. Başka toplumlardan almak küçüklük değil, insanlığın birikiminden yararlanma akıllılığını göstermektir. İnsanlık tarafından bulunmuş ve biriktirilmiş olanı, “Çin’de olsa” bile aramak ve almaktır. Esasen insanlık bu alma ve vermenin yabancısı değildir. Bulunduğumuz büyük coğrafyamızı Doğu ve Batıyı diye ayıracak olursak, insanlığın ortak birikimi olan medeniyet bu coğrafyada, bilinen tarihlerden bu yana birkaç kere Doğudan Batıya ve Batıdan Doğuya yer ve yön değiştirdi.

Kurumlar, toplumlar ve medeniyet insani değerler ve ilkeler üzerine kurulur dedik. Peki, ama Müslümanların yeni zamanlara medeni bir hayat tarzı sunabilecek değerleri var mıdır? Bu soruya, uzatmadan “evet” diyeceğiz. Zira İslam’ın yeni çağın ihtiyaçlarını karşılayacak her biri doktrin değerinde yüksek değerleri birbirleriyle uyumlu halde insanlığın hizmetine sunduğunu görmezlikten gelemeyiz. Bu değerlerin bilgi toplumuyla ilgili olanları aşağıda sade halleriyle vermek isteriz:

Süfli meraklardan arınmayı, entelektüel (ulvi) meraklar geliştirmeyi, büyük bir merakla okumayı, düşünmeyi, sorgulamayı, yaratılanı ve insan eliyle olup biteni araştırmayı, öğrenmeyi, bilmeyi birer değer olarak veriyor. Bildiğini hayatına ve hayata geçirmeyi ve bildikleri arasında kıyaslar yapmayı, muhakeme etmeyi âli değerler arasına alıyor. İnsanı, hayatı ve dünyayı ahlâk ve adaletle inşa ve imar etmekle yetkilendiriyor.  İslam, ta başından itibaren inanmayı “tahkiki” (sorgulayan) ve “taklidi” olarak ikiye ayırıyor. Sonra da beşeri sistemlerin tutunduğu her türlü ayırımı ölçü olmaktan çıkarıyor ve insan soyunda, “bilen ile bilmeyen” ayırımı yapıyor. En sonunda da sorgulayarak inanmayı taklitle inanmaya, bileni bilmeyene üstün konuma getiriyor.

Diğer taraftan bilgiyi ve bilmeyi aynı zamanda bir entelektüel mülk (yüksek ekonomik değer) olarak kabul ediyor. Entelektüel mülkiyette “bilen”in sahip olduklarından topluma hisse ayırıyor ve kazandıklarından toplumun payına düşeni verme ve paylaşma cömertliğini göstermeyi tavsiye ediyor, sorumluluk yüklüyor.

gecmisi_taklit_ne_nasiı_niçinAncak bugünün Müslümanları hazırcılığa, taklitle yaşamaya alıştıkları için bu değerlerden yeterince yararlanamıyorlar. Batıdan ve geçmişten hazır olanı almak kolaylarına geldiği gibi, değerlerden yeni bir yaşam üretmeyi de unutmuş görünüyorlar. Bu durum, bir çiftçinin tohum ekerek veya yeni bir bahçe tesis ederek tarım yapmasını unutması gibidir. Bedeviliğe, göçerliğe geri dönüştür.

Bir yenilenme (diriliş, inşa, ihya) gayreti içinde olanların bu temel değerleri hayata geçirecek ve onlardan hayat çıkaracak derecede anlamaları gerekiyor.  Böyle bir sürecin içini açıp baktığımızda şunları görürüz: Temel değerlerden tali değerler çıkarmak, yeni yollar, yöntemler, metod ve metodolojiler açmak, davranış modelleri ve muamelat geliştirmek ve kültür inşa etmek gibi. Bunu yapmayı başaramazlarsa Müslümanlara ait bir gelecek, yeni bir dönem nasıl gelişebilir ki? Yeni zamanın ihtiyaçlarıyla bu değerler tozlaşmaya girmeden ve uyum içinde çalışmadan yeni nesil teknikler, teknolojiler, modeller ve kurumlar nasıl doğacaktır? İslam’ın insana bakışı, adalet tasavvuru, bilim anlayışı, sanat ve estetik zevkleri, mülkiyet hukuku eşyada tecelli edip hayat bulmadan zamanın arkasından sürüklenmekten başka yol kalır mı?

(Önümüzdeki yazımızda geleceği inşa etmekte ihtiyacımız olan evrensel ahlâkî/etik değerler ve ilkelerden bahsedeceğiz)

Resim ve tasarımlar:

– Bu yazıdaki tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN (Teşekkür ederiz)
– Resim: Ahilik: http://dersalani.com/ahilik.html (Teşekkür ederiz)

————-

Yazıyı Paylaşırmısınız

About the author

A.Ü. DTCF mezunu. İngiltere, Sheffield Üniversitesinde Enformasyon Yönetimi, İsrail'de Kırsal Bölgesel Kalkınma Planlaması Post Graduate Study. Yayınlanmış çalışmaları: Söz İncileri; Divan Edebiyatından Seçilmiş Beyitler (2. baskı), Önce Söz Vardı; Fıkıh, Edebiyat ve Tasavvuftan Seçmeler. İlgi alanları: Yenilik, değişim, Gelişme. Uzmanlık alanı: Proje Yönetimi.

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked (required)

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.