Neden gelişemiyoruz? Değişimin yasaları var mıdır? Cevdet Said gözüyle evrensel yasalar ve gelişme meselemiz

2 Comments 2173 Views

Müslüman toplumlar neden geri kaldı? 19. yüzyıldan bu yana çokça tartışılan ancak tartışmaların çağdaş mütefekkirlerin çabaları dışında kolektif bir çözüm hareketini başlatmayı henüz başaramadığı büyük soru. Hak dinin mensupları, Kitab’a, Sünnete ve hakikatin bilgisine sahiplerse neden geri kaldılar?

Değerli İslam mütefekkiri Cevdet Said bu soruya cevap aramak için ömrünü vakfetmiş bir yazar. 1931 yılında Suriye’de, Çerkez asıllı bir ailede dünyaya gelen Cevdet Said, eserleri ve verdiği konferanslarla bu tartışmaların iğneyi kendine batıran tarafında. Müslümanların altın çağıyla övünmenin, din ve bilimin çatışmadığını savunmanın ya da ahvalimize yakınmanın ötesine geçemeyenlerin değil, araştıran, sorgulayan çözüm üreten ve ümmeti uykusundan uyandırmak için özgün çağrısını son nefese kadar sürdürmeye kararlı bir azınlığın temsilcisi. Şiddete karşı olmasıyla tanınan ve toplumların başına gelen musibetlerin kendilerinden kaynaklandığını, dolayısıyla Kuran’ın çağrısını ve terminolojisini günümüz ışığında canlandırmadan İslam âleminde gelişmenin başlatılamayacağını savunan Cevdet Said, Malik Bin Nebi ve Muhammed İkbal ekolünün de bir neferi.

Cevdet Said’in başlıca eserlerinden biri İslam toplumunun değişim problemini sorguladığı ve Türkçeye de çevrilerek birkaç baskı yapan “Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları” adlı küçük ama değeri itibariyle büyük kitabı.

Prof. Dr. İlhan KUTLUER tarafından tercüme edilen ve bazı üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulan eserde Cevdet Said, yalnızca Müslümanların değil tüm insanlığın tabi olduğu evrensel bir nizamın olduğunu (sünnetullah), bu nizamı (yasayı) doğru anlayan ve benimseyen toplumların gelişebileceğini savunan bir düşünür. Cevdet Said’in teorisine göre, Allah nasıl maddede bir takım nitelikler yarattıysa, eylemlerimizi de nefslerde yerleşen düşüncelerden yaratmaktadır. Bu yasaları bilen kimse onlara egemen olur. Yaratılışın bu yönü anlaşılırsa, İslam dünyasının sorunları da anlaşılır ve çözülür. Nitekim Fetih suresinin yirmi üçüncü ayetinde buyurulduğu üzere;

 “Allah’ın geçmişte uyguladığı yasası budur. Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın.”

Cevdet Said’in kitabının çekirdeğini “Onlar nefslerinde olanı değiştirmedikçe Allah da bir kavmin durumunu değiştirmez”[1]  ayeti oluşturur ve Said, çok sayıda ayet ve hadisten deliller getirerek, İbn Kesir’den İbn Teymiyye’ye,  İbn Haldun’dan, Seyyid Kutub’a, Marx ve Engels’e atıfta bulunarak Müslümanların içinde bulunduğu açmazlara Kur’anî çerçevede çözüm arar.

Değişimin yasası ve Müslüman toplumların durumu

Bilindiği üzere, Allahu Teâlâ, bizim bilim konusu yaptığımız değişmez yasalarla kâinatı sevk ve idare etmektedir. Suyun kaldırma kuvveti,  güneşin doğması ve batması, yanıcı maddenin ateşte erimesi, mikropların üremesi gibi sayısız fiziki ve biyolojik olay kâinatta zuhur etmektedir.  Tüm âlem, Müslüman-kâfir, siyah-beyaz, kadın ya da erkek ayrımı olmaksızın bu değişmez yasalara tabidir. Bu yasaları bilen her insan, yasalara direnmez, aksine onlardan istifade etmeye çalışır. Suyu hayatı devam ettirmek ve yüzmek, ateşi pişirmek ve ısınmak için kullanması gibi. Cevdet Said’e göre, bir canlının hayatını sürdürmesinin sağlanması için de bu yasalara tabi olması gerekmektedir. Tıp yasalarını bilen insan, kan basıncı, nabız, tansiyon, teneffüs gibi yaşam bulgularını hastayı hayata döndürmek için kullanır.  

Peki ya hastalık toplumda ise? Cevdet Said’e göre, toplumsal hastalıkların zararı daha fazla, tıbbın konusu olan hastalıklara göre bilinmesi de daha zordur. Çünkü bu hastalıklar insanın içinden (nefsinden) kaynaklanır ve oradan geleni görmek biyolojik olanı teşhis etmekten çok daha külfetli bir iştir. Bu yüzden toplumsal hastalıkların teşhisi için önce nefs farkındalığı gerekir. Ayrıca bu hastalıklar toplumun tüm fertlerine sirayet eder ve birikip katlanarak gelecek nesillerin sırtına yeni marazlar olarak biner. Böylece yasalar gereği, atalar kendilerinden sonra gelenlere miras olarak sadece iyi şeyler değil, aynı zamanda gelişmelerini önleyecek hastalık ve marazlar da bırakmış olurlar.[2]

 “Onlara, Allah’ın indirdiğine uyun denilince ‘Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız’ derler; ya ataları bir şey akıl edemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?”

Cevdet Said’e göre, gelişebilmek için kâinata hükmeden fiziki ve biyolojik yasalar gibi sosyolojik ve psikolojik yasaları da bilmek ve onlara tabi olmak gerekir. Bu yasalar bir kere anlaşıldıklarında, yasalara hâkim olanlar, bu keşifleri sayesinde pek çok şeyi anlayabilir ve kontrol edebilirler.  İnsan dünyaya halife kılınırken bu yasaları anlama ve ona göre davranabilme yeteneği verilmiştir.  Bildiklerimizi insanın yararına veya zararına kullanmak bilene kalmıştır. Nitekim dünyayı ellerinde tutan güçler hâkimiyetlerini bu keşifleri sayesinde sürdürebilmektedir. Ne var ki meselenin can alıcı tarafı, bugünkü Müslümanlar bu yasaları bilmek istiyor mu, sorusudur:

“Müslüman dünyanın genç kuşağı, İslam uğruna canını ve malını fedaya hazır; ne var ki içlerinde yıllarını kapsamlı araştırmalar yapmaya, bir konuyu aydınlatmaya adamak isteyenler pek nadir”

diyerek İslam âlemine serzenişte bulunan ”Cevdet Said’e göre, İslam dünyasında pozitif ilerlemenin en büyük engellerinin başında, Müslümanların Müslüman olsalar dahi, bu yasaların kapsamı içerisine girdiklerinin farkında olmamaları, bu değişim yasalarını özümseyememeleri, akılcı bir yaklaşımdan uzak olmaları gelir. Müslümanlar diğer insanların boyun eğdiği yasalara boyun eğmedikleri halde ilerleyeceklerini, Müslüman oldukları için olağanüstü imtiyazlardan yararlanacaklarını zannederler. Bu durum Resul (sav)’ın;

          “And olsun siz, kendinizden öncekilerin sünnetlerine (yasalarına) tabi olacaksınız”

hadis-i şerifini doğru değerlendiremediklerini ortaya koyar. Bu bilinçsizliğin tezahürü olarak, Müslümanlar ilerlemeyi sağlayacak olan yasalara,  diğer bir deyişle sebeplere tabi olma, araştırma ve sebatkâr olma konusunda asırlardır birbirinin ardısıra devam eden gevşekliği devam ettirmektedir. İslam dünyası yüzleştiği sorunların bitmesini ve değişimi beklemekte ancak değişimin önce nefslerde başladığını gözden kaçırmakta, bu anlamda Kuran’ın apaçık çağrısına kulak vermemektedir. Rad Suresi’nin onbirinci ayetinde “Onlar nefslerindekini değiştirmedikçe Allah’ta bir kavmin durumunu değiştirmez” haberi (bilgisi) verilmesine rağmen. Bu, Allah bir toplumun içinde bulunduğu hali, mesela o toplum kendisinde zulümden ya da zulme yol açan fikir ve zanlardan barındırdığı şeyleri değiştirmedikçe değiştirmez anlamına gelmektedir. İlgili ayeti destekler nitelikte bir başka ayetin de Enfal suresinin 53. ayeti olduğu görülür:

      “Zira bir topluluk kendilerini değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimetleri değiştirecek değildir. Allah işitendir, bilendir.”

Ancak ve ne yazık ki Müslümanlar bu ayetlerin çağrısıyla değişimi başlatamamış,  Malik Bin Nebi’nin ifadesiyle, bu mesajlar “Allah’ın kelâmıdır” diye kutsanmak ve bir iyimserlik yamacı gibi yaslanmak dışında bir tavra yol açmamıştır.

Yani Müslümanlar irade ortaya koymayıp kendilerinden beklenen sorumluluğu tamamen Allah’a bırakmışlardır. İçinde bulundukları durumun değişmesi için çaba sarf etmemekte, adeta kıyametin kopmasını beklemektedirler. Oysa bilinçsiz bir şekilde kaza ve kadere bağlanan her problem ciddiyet ve azim yolundan koparak çözüm yolunu kapatır veya daha da karmaşık hale getirir.

Toplumun kendini değiştirmesi mümkün müdür?

Cevdet Said’e göre, Rad Sûresinin onbirinci ayetindeki mesajın Müslümanlarca hâlâ anlaşılmamış olması İslam dünyasının sorunlarının kaynağını oluşturmaktadır. Ona göre ayette kastedilen değişimin iki öznesi vardır: Allah’ın sonuçları yaratması ve insanoğlunun sebeplere riayet etmesi. Her iki değişim olgusu da birbirini belirlemektedir. Değişimi yaratan Allah, değişme kudretini toplumlara bahşetmiştir. Bunun aksini düşünenler ve yalnızca inayet beklemekle yetinenler kendi iradelerindeki belirleyici rolü gözden kaçırmaktadır. İlgili ayette, bireylere değil, toplumlara işaret edilmesi dikkat çekicidir. Peki, neden toplumlar? Bireyin gelişiminde toplumun etkisinin önemi psikolojik ve sosyolojik araştırmalarla da her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim “Her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra babası onu Yahudi, Mecusi ya da Hıristiyan yapar” hadis-i şerifi de bireyin değerlerinin gelişiminde toplumun etkisine işaret eder. Çünkü toplumun iyi ya da kötü yönde değişmesi elbette bireylerin ortak şuuruyla belirlenecektir. Gerek toplumsal bilincin uyanmasından, gerekse toplumda (ümmette) ortak bir şuurun harekete geçmemiş olmasının sonuçlarından elbette toplumun her bir bireyi etkilenecektir. Bu tıpkı suçlu bir topluma musibet indiğinde suçsuz bireylerin de etkilenmesi ya da esenlikli bir toplumda suçlu bireylerin de esenlikle yaşamasına benzer.

“İçinizden yalnızca zalimlere isabet etmekle kalmayacak olan fitneden çekinin ve bilin ki Allah, Şedidül İkab (cezası çok şiddetli olan)’dır.”[3]

Değişmek ve gelişebilmek için nasıl bir yol izlemeliyiz?

“Müslüman toplumlar neden gelişemiyor” sorusunu izlemesi gereken soru “Müslüman toplumlar nasıl gelişebilir” olmalıdır. Cevdet Said bu sorunun cevabını kitabının neredeyse her bölümünde Müslüman âleminin tıkandığı konularla birlikte ele alır.

Müslümanların İslam’ı kavrayışını, güneş ve ay’a olan uzaklıkları nispetinde bulan Cevdet Said’e göre, Müslümanların yaşadığı sorunlar asırlardır katlanarak artmaktadır ve çözüm yine toplumun ve toplumu oluşturan bireylerin kendisindedir. İnsan ve toplumlara değişim kudreti verilmiş, hesabı da boyunlarına yüklenmiştir. Allah insanı nefslerinde olanı değiştirmeye muktedir yaratmış, doğru istikameti O’na ilham etmiştir. “And olsun nefse ve onu düzenleyene ki nefse fücurunu da (kötü yol) takvasını da ilham etmiştir. Artık nefsini arındıran kurtulmuştur; azdıransa ziyanda.”[4]

Cevdet Said, Kur’anî çerçevede değişim sürecinin başlaması için kitabının neredeyse tamamında basirete, ferasete, idrake ve ileri görüşlülüğe duyulan ihtiyacı dile getirir. Gelişim ve değişimin ilk adımı farkındalık ve değişim olgusunun kabulüdür. Çoğunluğun değişime adım atmakta istekli olmadığını, buna karşın yeni bir çağı müjdeleyen ve sayıca az olan kişilerin, değişime direnenlerin baskısına maruz kaldıklarına işaret eder. Hakikati yitirdiğini kimse kabul etmemekte, ikna olmamaktadır Malik bin Nebi’ye göre, medeniyet dönemi sonrası insanın problemi önceki çağlardan daha karmaşıktır. Onun için hakikatin ortaya konulması için eskisinden daha büyük çaba sarfedilmelidir.

Cevdet Said, İslam âleminin atalet içinde olduğunu ve bir an evvel harekete geçilmesi gerektiğini her fırsatta vurgular. Said’e göre, düşünmek kurtuluşun gemisidir ancak İslam dünyası düşünmeyi hâlâ dinsizliğin köprüsü olarak değerlendirmektedir. İlim hâlâ Müslümanlar nezdinde net bir kavram değildir, ilim zanla karışmaktadır. Asırlardır içeride kök salmış sübjektif düşünceler ilim sanılmakta, Kuran’a ve sünnete onlara ait olmayan fonksiyonlar yüklenmektedir. Bu sanrı da kitap ve sünnetin yerine getirmesi gerektiği düşünülen fonksiyonları icra edemediğinin sanılmasına yol açmaktadır. Oysa Allah bir başka ayette “Onlara Allah zulmetmedi fakat onlar kendilerine zulmediyorlar” [5] buyurarak inanç sapmasına işaret etmektedir. Bunları işledikten sonra şimdi de Cevdet Said’din tavsiyelerinden hareketle kendimize bir yol haritası için basit işaret taşları koyalım:

Öyleyse ne yapmak gerekir?

– Müslümanların sanki Kuran’ın emriymiş gibi sırtlarına yükledikleri bu külfetlerin, vehimlerin, kalpleri üzerinde doğruyu algılamalarına engel olan kilitlerin kaldırılması gerekmektedir. Bunun için ümmetin psikolojik ve sosyolojik değişim yasaları ortaya koyulmalı, Kuran ayetlerine, sahih hadislere ve geçmişte, özellikle ashabın uygulamalarına dayandırılarak analiz edilmeli ve uygulama kuralları çıkarılmalıdır.

– Müslümanlar şiddetten uzak durmalı, yenilenmeye doğru yol almalıdır. Cevdet Said’e göre, öncelikle insanlık tarihinden milletler ve medeniyetlerin (ve günümüz devletlerinin) nasıl bir yol izleyip ne ile karşılaştıkları araştırma ve bilimsel yollarla incelenmelidir.

– Bireylerin düşünce sistemlerini etki altına alabilecek tüm etkenler (sözel telkinler, çocukluk dönemleri gibi hatta Marksistlerin doğrulanmış teorileri dâhil) tahlil edilmeli ve bu doğrultuda toplumsal ve psikolojik yasalar tanımlanmalıdır. Örneğin, psikoloji biliminin önemine rağmen, Müslümanlar bu alanda (Freud ve diğer kabul görmeyen bilim insanlarının teorilerini çağrıştırdığından olsa gerek) hâlâ kafa karışıklığı yaşamaktadırlar. Hiç şüphesiz bu bilim Kuran’ın toplumsal mesajının daha iyi anlaşılması için büyük öneme sahiptir.

– Öyleyse artık “Ne yapalım?” sorusunu boş yere tekrarlamaktan veya bütün zihin dünyamızı işgal altına almış olan kolaycılıktan kaçınmak, sakınmak ve Said’in işaret ettiği yola girerek çalışmak gerekir.

– Bu çalışmalar sonucu elde edilecek bulgulardan kurallar ve kaideler (yaklaşımlar, metodolojiler) çıkarmalı, bunlar politikalara dönüştürülmeli, projelendirilerek eğitim ve yayımla halka yayılmalı ve sürdürülebilir hale getirilmelidir.

– Toplumun değişmesi ve ilerlemesi araştırma ve onun sonunda ortaya çıkacak kurallar, onların uygulanmasıyla doğacak kurumlarla, ilim erbabıyla ve örgütlü düşünce sistemleriyle mümkün olacaktır. Bu sayede toplumda kemikleşmiş hastalıklı düşünceleri araştırarak ayıklamak, yerlerine hayat veren, üretken olanı koyacak yol, yöntem ve yaklaşımlar geliştirmek, hatta bu süreçte yeni virüslerin üremesinin önüne geçmek gerekir.

                                                                                                                                                            Sevil IŞIK

——————————————

Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN
Kaynaklar

[1] Rad Suresi: 13/11
[2] Bakara Suresi: 2/170
[3] Enfal Suresi: 8/45
[4] Şems Suresi: 91/7-10
[5] Nahl Suresi: 16/33

Yazıyı Paylaşırmısınız

About the author

A.Ü. DTCF mezunu. İngiltere, Sheffield Üniversitesinde Enformasyon Yönetimi, İsrail'de Kırsal Bölgesel Kalkınma Planlaması Post Graduate Study. Yayınlanmış çalışmaları: Söz İncileri; Divan Edebiyatından Seçilmiş Beyitler (2. baskı), Önce Söz Vardı; Fıkıh, Edebiyat ve Tasavvuftan Seçmeler. İlgi alanları: Yenilik, değişim, Gelişme. Uzmanlık alanı: Proje Yönetimi.

Related Articles

2 Comments

  1. Aykut Işık

    Gerçekten faydalı bir yazı olmuş, Allah razı olsun…

  2. Sedat Güler

    Yazıyı çok beğendim , hayata bakışım değişti, elinize sağlık.

Leave a Reply to Aykut Işık

Your email address will not be published. Required fields are marked (required)

Cancel

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.